1 2 3 4 5 Bu kodu kullana

30 Aralık 2014 Salı

Birecik'de Yeni Yılı Beklerken

   
       Bu evde Kızgülü bırakıp gitmek ne zordu. Ev bana öyle yabancı, öyle ürkütücü geliyordu ki.

        Ama şimdi evde güller açmış sanki. Her yere Kızgül'ün yaşamı sinmiş çünķü.

         O yabancılık tedirginlik uçup gitmiş.

         Benim hala minicik olduğunu düşündüğüm kızım her tarafı öyle güzel düzenlemiş ve bana öyle güzel yemekler pişirmiş ki. Hatta biraz abartmış. Hiç oturmuyor yoruyor kendini.

          Evde hiç böyle değildi halbuki. Birden bire büyüyüvermiş. Artık onu merak etmemeyi başarabilirim sanırım.

          Yarın minik bir sofra kuracağız. Kırmızı şarabımız da var.

          Bu yılın benim için en önemli olayı kızımın Suruç'a atanması oldu.

          2014 den şikayetçi değilim. Kötü bir anım yok çok şükür.

          2015 den kendim, ailem dostlarım ve ülkem için güzellikler bekliyorum.

              Mutlu yıllar...
       
     

20 Aralık 2014 Cumartesi

Yeni Yıla Az Kala



                     Bu sene kokinalarımı almadım. Hatta minik çamımı bile çıkarmadım yerinden.  Sakın her yanımı hüzün sardı zannetmeyin.  Sadece burada değilim yılbaşında.

                     Yılbaşını Kızgül'le geçirmek üzere Birecik'gideceğim çünkü. Biletimi aldım, Cuma akşamı yolcuyum. Haftaya cumartesi öğle yemeğini birlikte yiyeceğiz inşallah.  

                     Telefonda şimdiden " sana ne yemek yapayım anne" diye soruyor. Ben de portakallı ördek, ahtapot salatası falan olabilir diyorum:))

                     Bir yılın sayfasını kapatıp yeni yılın sayfasını açmaya çok az kaldı. Bu yıl gerçekleşmeyen isteklerimizi bir tarafa bırakıp yeni günlere umutla başlama zamanı.

                     Ülkemiz için kendimiz için umutlarımızı hep taze tutalım.

                   

17 Kasım 2014 Pazartesi

Mutfak Ve Kadın



             Bana göre erkekler  mutfağa çok yakışsa da  bir evin mutfağının hakimi kadın olmalı.   Evin sıcaklığını veren, onu yuva yapan içinde pişen yemeklerin kokusu değil midir?

             Bu sabah annemle olağan telefon konuşmamızı yapıyorduk. " Arkadaşlarım haber verdi bana geleceklermiş" dedi. "Evde lahana vardı hemen dolma sardım" diye ekledi.

             Evde hazırda mutlaka bir şeycikleri vardır annemin. O sekseninde de olsa misafirleri için mutfağında bir şeyler  mutlaka hazırlar.

             Dolma sarmaya hiç üşenmez.  Yaptığı her şey çok lezzetli olur.

             Kadınlar yaşlandıklarında ve artık mutfağa giremez olduklarında evin canlılığı kaybolmaya başlar, gelen giden ayağını keser yavaş yavaş. Sanki eve yaşlılık kokusu sinmiştir mis gibi yemek kokuları yerine.

             Annem mutfağından hiç vazgeçmedi. Ocağını kimseye bırakmadı. Sağ olsunlar  gelen gideni de hiç eksik olmadı.

2 Kasım 2014 Pazar

Pazar Kasveti



                 Pazar günlerime kasvet basmazsa şaşarım doğrusu.  Bu duyguyu yaz ve bahar pazarlarında yaşamam belki.

                 Tıpkı bu sabah gibi sabah gözlerimi açtığım da bünyem o sabahın Pazar sabahı olduğunu anlar sanki.

                  Bu duyguyu yenmek için elimden geleni yaparım aslında. Bugün Konca'ya yürüyüşe çıkalım dedim. Motorcularla gezisi varmış. Başka zamanda dizini bahane eder. Her ne hikmetse motorun üstünde dizi hiç ağrımıyor.

                  Pazar günleri Oğul ya sabah koşusu sonrası ya da bisiklet turundan sonra uğrardı. Dört yumurtadan kaşarlı omletini sipariş verir bizi şenlendirirdi.  Bu sabah o da gözükmedi. Mesajlaştık. Çok çalışıyormuş çok...

                   Kızgül'üm zaten yok. Keşke olsaydı da hep odasında otursaydı. Kapısının altından ışığı sızsaydı. Yeterdi bana.

                   Neyse bende aldım kendimi yanıma çıktım sokaklara. Küçükyalı cıvıl cıvıldı. Hava güneşli ama soğuk ısırıyordu.  Balıkçıların önü kuyruk olmuş. Hafta sonu ya herkes balık yiyecek. Bende dönüşte almaya karar verdim.

                 

             

                      Sahil yoluna götürdü ayaklarım beni.

                      Denizi görüp de kokusunu duyup da huzur duymamamak mümkün mü acaba? Gözlerim denizde zihnimle konuşa konuşa yürüdüm yürüdüm...  Hiç susmaz zaten kendisi.

                      Dönüşte birisinin çöpe kurumuş ortancaları kesip attığını gördüm. Ama ben bayılırım kurumuş ortancalara. Kendime bir kaç dal seçtim.

                      Sonra markete uğradım. Bir kırmızı aldım. Balıkçıda kuyruk hiç azalmamıştı. Bekledim bekledim balığımı da aldım.

                      Ve eve dönüş.
             

20 Ekim 2014 Pazartesi

Kızgülümü Bırecik'de Bıraktım



        Evet bıraktım onu oralarda.  Günlerce endişelendim ben onu bırakıp nasıl döneceğım diye. Bin türlü sorun buldu zıhnim ve bin türlu çözüm buldu zihnim. Sonun da cildimde bir sürü döküntü. Neyse zona değilmiş. İlaçlarımı kullandım. Geçti çok şükür. O çok ıyı ve umutlu ve güçlü.

        Dönüş için otobüse bindiğim de endişelerimden arındım sanki. Onu büyük güce emanet ettim, bir ferahlık kapladı içimi. Yapacak başka bir şeyim yoktu çünkü.

        Artık o bir yetişkin. Evi barkı var. Biliyorum ki o çok güzel bir öğretmen olacak.

3 Ekim 2014 Cuma

Birecik'te Günler



     On sekiz saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra Suruç'a indik. Bizi ''Hocam hocam!" diyerek servise bindirip öğretmenevine bıraktılar. Suruç, bir başka ülkenin şehri gibiydi. Sokaklar kalabalık, her yer polis ve Suriyeli doluydu. Türkçe konuşan yoktu. Kendimizi turist gibi hissettik. Sonra biraz dinlenip Kızgül'ün atama işlemleri için Milli Eğitim'e gittik. Orada da memurlar Türkçe konuşmuyorlardı.

     Suruç'un halkı öğretmene çok saygılı ve yardımcıydı. Bu arada bana da ''Hocam!" diyorlardı. Sonra Kızgül'ün okuluna geldik. Orada öğretmenlerin birkaçının Urfa'dan birkaçının Birecik'ten geldiğini öğrendik. O gün Birecik'e gittik. Öğretmenevinde yer yoktu. Bir otele yorgunluktan bitik kendimizi attık. Ertesi gün Birecik'in Fırat kıyısında küçük, güzel bir yer olduğunu gördük. Otel penceremiz nehir manzaralıydı. İnsanlar nehir boyu yürüyüş yapıyorlardı, her yer yeşillik içinde ve herkes Türkçe konuşuyordu. Her şey sakin gözüküyordu. 40 km'de bu kadar fark bizi şaşırtmıştı. Bence su kenarı olması bu farkı yaratıyordu. Kızgül'ün evini burada tutmaya karar verdik. Yol biraz zor olacak ama değer, diye düşündük. Çok şükür eşyalı ev bulduk. Burada ev sıkıntısı da var, bulamayabilirdik.
      Kızgül hemen işe başladı. Öğrencilerinin çok tatlı ve saygılı çocuklar olduğunu söylüyor. İşlerimizi bitirdik ve hemen eksikliklerimizi tamamladık. Geldiğimizden beri kebap yiyoruz, ev yemeklerini nasıl özlemişiz. Şimdi bol bol sebze pişiriyoruz.
      Bugün benim doğum günümdü. Doğum günümü Birecik'te kutlayacağım hiç aklıma gelir miydi? Kızgül'le baş başa kutladık. Ben bayram sonrası dönmeyi düşünüyorum da Kızgül'ümden nasıl ayrılacağım? Neyse bırakalım bunları şimdi. Yarın bayram... Dileğim hepimize mutluluk getirmesi.

23 Eylül 2014 Salı

Suruç Yolları



           Yarın  Kızgül'le yolcuyuz biz. Uzun bir yol bizi bekliyor.

            Bir sene çalıştı Kızgül'üm. Dershaneye gitmedi, işten geldi çalıştı, gezmedi tozmadı çalıştı. KPSS yi kazandı çok şükür. "O şimdi edebiyat öğretmeni". Yirmibeş tercih yaptı ama tutmadı. Kuraya kaldı ve Şanlıurfa Suruç'a atandı.

            Önce kısa bir şok yaşadık. Sonra alıştık. Kızgül kazandığı için mutlu. Gideceği yer için de fazla tedirgin değil çok şükür.

            Google a yazdık durduk Suruç ta Suruç diye. Otel yok Öğretmen evi dolu ne yazık ki. Urfadan git gel yapacağız ev tutana kadar. Urfa kırkaltı km.

            İşimiz çok. Önce bir ev tutacağız, sonra eşya ayarlıyacağız, bir düzen otutturacağız inşallah.

            Otobüsle gidiyoruz. İkimizin de uçak tecrübesi yok çünkü. Bir de onun stresini üstlenmiyelim dedik.

            Dilerim hepimiz için herşey güzel olur.  

             

31 Ağustos 2014 Pazar

Tarihi Sinop Cezaevi



            Tarih boyu birçok sürgüne, ünlü ünsüz tutukluya ev sahipliği yapmış Sinop Cezaevi bir iç kale içinde yer almaktadır.

             Bir dönem tersane olarak kullanılan bu kale  1560 yılından itibaren zindan olarak kullanılmıştır.



               Evliya Çelebi, Sinop Zindanı'ndan şöyle bahseder: "Büyük ve korkunç bir kaledir. Üç yüz demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından on adam asılır nice azılı mahkumlar vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar."



          Cezaevi  1996 yılından itibaren boşaltılmış ve 1999'da müzeye dönüştürülmüştür.











               "Dışarda deli dalgalar
                Gelir duvarları yalar
                Seni bu sesler oyalar

                Aldırma gönül aldırma

                Görmek istersen denizi
                Yukarı çevir yüzü
                Deniz gibidir gökyüzü

                Aldırma gönül aldırma"

7 Ağustos 2014 Perşembe

Sinop Günleri

     
         Klasik Sinop günlerinde Kızgül'le birlikteyiz. Denize giriyoruz, Aşıklar'da yürüyüş yapıyoruz. Bol bol mantı ve pide davetlerine katılıyoruz. Akşam yemeğinden sonra kuzenlerle Yalı Kahvesi'nde buluşuyoruz. Geceyi mutlaka Şen'de dondurmayla bitiriyoruz. Yalnız burada karbonhidrat krizine girebiliriz. Sinop'ta acayip hamur işi yeniyor.

            Kızgül yakında dönecek. Ben daha buralardayım.  Sinop havası solumaya devam.

28 Temmuz 2014 Pazartesi

İyi Bayramlar



        Beni sevince boğan bayramlıklarım,

        Annemin güzel yemekleri, tatlıları,

        İpek teyzenin mis kokulu mendiller içine koyduğu bayram harçlığım,

        Evcilik oynar gibi yapılan kısacık bayram ziyaretleri,

        Çocukluğumun bayramlarının o tadı ve heyecanı olmasa da,

        Mutlu ve huzurlu bayramlar olsun...

   

20 Temmuz 2014 Pazar

Evin Çocukları Maratonda

   


                Bugün çocuklar yarışıyordu. Oğul "Samsung Kıtalararası Yüzme Yarışı"na katıldı. Boğazda tam 6.8 kilometre yüzdü.

                Kızgül'üme gelince; o da  KPSS branş sınavında ter döktü

                Neyse önce Kızgül geldi eve. "İyi geçti gibi anniş " diyerek. Sonra Oğul'dan telefon geldi. O da iyiymiş çok şükür. Başarıyla tamamlamış.

                Kızgülüm bu sene çok çalıştı. İnşallah iyi bir puan alır da ataması olur.  Aramızda şaka yapıyoruz hep. Seksenler dizisindeki komiser gibi ben "Haritadan yer beğen Kızgül" diyorum. O da döne döne yer beğeniyor. Bakalım günler ne gösterecek.  İnşallah emekleri zayi olmaz.

                 
                 Bugün Kozzy' e  gittik. Alışveriş yapıp kafa dağıttık. Bayramın 2. günü Sinop'a tatile gidiyoruz Kızgül'le. Oğul ve Konca programda değişiklik olmazsa motosikletle gelecekler arkadan.

                 Sinop burnumda tütüyor. Karakum, Yalıkahve, Teyemin Yerinde  Mantı,   Şen dondurmaları, Barınak'ta bira keyfi, akraba davetleri, cümbür cemaat plaj keyfi bizi bekliyor.
               

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Bizim Sokağın Tavuk Ailesi



               Bakkalın tavuklarından daha önce şurada bahsetmiştim. Dükkanının önünde derme çatma bir kümeste besliyor onları.

               Bütün mahalle ilgiyle izliyoruz.  Ben tavukları biraz aptal zannederdim.  Değilmiş. Karşıdan karşıya bir geçişleri var ki görmeye değer.

                Dikkatlice sağa sola bakıyorlar, birbirlerini kolluyorlar ve emin olduktan sonra salına salına
geçiyorlar karşıya.

                Horozu hiç sormayın. Eşlerine karşı çok ilgili ve koruyucu. Bir gün bulduğu üzüm taneciğini yemeyip "Gıt gıt gıt!" diye eşlerini çağırıp onlara yedirdiğini gördüm.

                Çok şaşırdım. Doğada kendi yemeyip yediren erkek cinsi de varmış meğer:))

                İşte bu tavuk ailesinin bebekleri olmuş. Anne, baba, çocuklar gezintiye çıkmışlar.

                Uzun zamandır anneli civciv görmediğim için çok sevindim onları görünce.  Pazarda gördüğüm makineden çıkma annesiz civcivler içimi acıtırdı hep.

                Bu tavuk hanım çok gururlu peşindeki yavrularıyla. Karınlarını doyuruyor, kolluyor. Bu civcivler çok şanslı. Anneciklerinin kanatları altındalar. Horoz Bey de uzaktan koruyor. Gözü onlarda.


26 Haziran 2014 Perşembe

Bektaşağa Köyü



          Dedeciğim ilkokul öğretmeniydi. İlkokul öğretmenlerimizi hiç unutamayız ya!  Bu resme uzun uzun bakar dedemi düşünürüm.

          Sanıyorum kendi yaptığı maketlerle deney yaparken çekilmiş.

          Dedemi hep kitap dolu bir odada, köyde hatırlarım. Atlara merakını hatırlarım. Benim at sevgim oradan geliyor büyük ihtimalle.

          Köydeki evde dedemin ayrı bir odası vardı. Annem ondan çok çekinirdi. Çerkes gelini ne de olsa. Her rastladığında elini öperdi. Biz de Ümit'le çok gülerdik.
 
           Yaz tatillerinde on beş gün Bektaşağa'da on beş gün Sinop'ta anneannemin evinde kalırdık.

           Bektaşağa'da  babaannem biz gidince hemen bir tavuk ayırır, besiye çekerdi. Sonra onu keser, afiyetle yerdik.

           Yazııık!

            Biz küçükken köyde elektrik yoktu. Halam her sabah gaz lambalarını temizler, parlatırdı.

            Suyumuz beni ürküten o derin ve serin kuyudan çekilirdi.

            Bahçede çiçekler, salatalıklar, karpuzlar, fasulyeler vardı.

           Tavuklara yem verirdik Ümit'le.

            Hele o kümesten yumurta toplamak yok mu?

            Babaannem doğa bize ne verdiyse onu pişirirdi o gün.

            Erkenden yatardık. Derin ve huzurlu uykulara dalardık Bektaşağa'da.

            Halamın köydeki evde misafir odasını da hiç unutamam. Tertemiz, bembeyaz kanaviçeli örtülerle bezeli sedirleri,  hayvan biblolarını, el dokuması kilimleri...

             Bir de köpek seslerini ve sabah olunca horoz seslerini unutamam.


23 Haziran 2014 Pazartesi

Bir Küçücük Adacık: Kınalıada.



              Kızgül'le Adalara gitmeye karar verdiğimizde bugüne kadar gitmediğimiz Kınalıada'yı istedik. Burgaz'a giderken önce ona uğrardı motor. Uzaktan öyle kendi halinde öyle sakin dururdu ki: "Bir gün bana da buyrun." derdi sanki.

              O gün bugündü işte.



            İnsanlar kıyı boyu denize giriyorlardı.



              Tahmin ettiğimiz gibi küçük bir kasaba havasındaydı Kınalı.



                  Sokaklarında doğaçlama yürüdük Kızgül'le.



            Ortam sessiz... Çiçekler, kelebekler, bol yeşillik ve bol huzur...



              Kınalı'da öyle lüks villalar pek yoktu. Daha çok mütevazi evlerden oluşuyordu.



            Derken acıktık tabi. Kınalı'da diğer adalar gibi sizi restaurantlarına çekiştiren garsonlar yok. Kafa çeken turistlerle dolu değil Ada. Herkes kendi halinde. Kafelerde çay, kola, soda içiyorlar.

            Biz minicik, masalarında mavi ekose örtüler ve mis kokulu fesleğenler olan şirin ve temiz bir yerde yedik yemeğimizi. Çok memnun kaldık.



         Sonra deniz kenarında bir kahvede kahvelerimizi içtik.

         Deniz kokusu eşliğinde eve dönüş. Hafiften bir rüzgar üfürdü. Çantamdan hırkamı çıkarıp sarındım.

         Güzel bir gündü...

15 Haziran 2014 Pazar

Babamı Hatırlamak...



               Senin   hiçbir kere Milli Piyango bileti aldığını hatırlamam. Hiç mi hayal kurmazdın? Kendin için hiç mi bir şey istemezdin?

               Zaten para konusu hiç konuşulmazdı evde. Hayali niye kurulsun ki? Okul önlüklerimizi ve diğer giysilerimizi annem dikerdi. Eskidikçe ayakkabılarımız alınırdı. Bez bebeklerim vardı yine annemin diktiği.  Aydan aya bize harçlıklarımızı verirdin. O kadar güven içindeydik ki... Gerekli ihtiyaçlarımızı mutlaka karşılayacağını bilirdik.

                Bazı günler memur kulübüne giderdin. Ama ne oyun oynardın ne içki sigara içerdin. Bazı akşamlar çok gergin olurdun. İş hayatının zorluklarını eve getirirdin herhalde.  O zaman biz de gerilirdik. Bazı akşamlar da keyiflenir şarkı defterini çıkarır şarkı söylerdin. O zaman Ümit'le ben mutlu mutlu seni dinlerdik.

               Altı ay karın kalkmadığı Çangal'da ilkokula başladığımda beni kucağında okula sen götürüp getirmiştin.Evimizin pencerelerine kadar kar yağardı. Çatıdan kocaman buzlar sarkardı. İki kar dağının arasında kucağında giderken duyduğum güveni ve huzuru hatırlıyorum.

               Annemin bacağında kemik zarı iltihabı olduğunda bir köyden "Pamuk " isminde bir abla getirmiştin eve. Bizimle yaşayacaktı ve anneme yardım edecekti. Ama Pamuk öyle ağlamış ve evini öyle özlemişti ki dayanamadın onu köyüne geri götürdün. Onu evine bırakırken beni de götürmüştün,  atının önüne oturtmuştun. Öyle uzun gitmiştik ki at sırtında... Bacaklarım acımıştı. Sonra hiç unutamadığım o sahne... Pamuk'un annesi tarladan gelmişti. Kucağında topladığı fasulyeler... Bizi gördü. "Kızım gelmiş!" diye çığlık attı. Fasulyeler yerlere dağıldı. Sonra biraz oturduktan sonra yine at sırtında geri döndük.

               Şimdi bana sorsalar "Babanın en çok neyini severdin?" diye. Bir an bile şüphe etmediğim dürüstlüğünü ve bana verdiğin sonsuz güveni, diye cevaplarım.

                Seni özlüyorum. Nur içinde uyu...


5 Haziran 2014 Perşembe

Gri Bir Gündü



     Bugün bir arkadaşımla buluşacaktık aslında. Ama iptal etti. Keyfi yokmuş. İstanbul griydi zaten. Suratım asıldı biraz.

     Konca " Hadi seni Choppers Point Cafe'ye götüreyim. " dedi  Daha önce bir motorcular toplantısına katılmış orada. Bakırköy de epeyce uzak. Ama bu teklif iyi geldi.

     Hemen şehriyeli pilavımı yaptım akşama. Dünden zeytinyağlı fasulyem vardı. Yanına ızgara tavuk yaparım diye düşündüm.

     Araba vapuruyla karşıya geçip devam ettik. Fuar günü olmadığı için cafe sessiz ve sakindi.

      Oturduk, biralarımızı içtik. İstanbul gri olsa da ara ara gülümsedi bize. Hiç yağmur yağmadan eve geldik.

       Konca'ya patates kızarttım. Ben uzun zamandır kızarmış patates yemiyorum. Canım çektiğinde fırınlıyorum. Güzel oluyor.

       Bir yandan da "Aramızda Kalsın"ı izliyorum. Seviyorum bu diziyi.

11 Mayıs 2014 Pazar

Güzel Annelerim...



                      Anneler günü benim için hep şükür günüdür. Böyle güzel kalpli annelere sahip olduğum için.

                      Anneciğim beni on sekizinde Karadere'de dağ başında ebesiz doğurduğun için gücüne hayranım. Babamın görevi nedeniyle küçük bebeğinle, at sırtlarında, çadırlarda dağ bayır dolaşmana , yüzünden gülümsemenin hiç eksilmemesine, bize hayatı sevmeyi öğretmene, gerektiğinde otoritenle bizi hala  yönlendirebilmene hayranım. İyi ki benim annemsin. Hep yanımda ol.

                      Emel Anne'ciğim. Benim ikinci annem. Nurlar içinde yat. Bana ve çocuklarıma verdiğin o sonsuz sevgini çok özlüyorum. Koruyucu kanatlarını hep üzerimizde hissettirdin. Eksikliğin hep içimizde kaldı Seni seviyorum. Huzurla uyu.



       

6 Mayıs 2014 Salı

Denizler...




                Unutmadım....     Ve Unutamam üç fidanı....



          Yeşil parkalı çocuğu.  Ve türkülerini...  Unutamam...



2 Mayıs 2014 Cuma

Balkon Keyfi



              Oooo! Mayıs ayı gelmiş bile.  Balkona çiçek almakta çok geç kalmışız çok. Bugün Konca'yla spordan dönerken çiçekçiye uğradık. Toprak ve çiçek aldık.

              Ne yapalım bizim minik bir bahçemiz bile yok. Minik bir balkonumuz var.

              Olsun. Orada nefes alabiliyoruz. Ellerimiz toprakla buluşabiliyor. Bir bitkinin büyüyüşünü izleyebiliyoruz.



                  Mesela bu yeni dünya çekirdekten yetişti. Büyüyor. Biraz daha zaman geçsin daha büyük saksıya alacağım. Daha önce yetiştirdiğimi bahçeye ekmiştim. Meyvesini bile yiyorum. Alaaddin topluyor apartmana dağıtıyor.

                   Bir de bebek limonum var. Büyümekte. Zeytin çekirdeği de ektim. Belki o da çıkar.


 


                Sardunyalar o kadar vefalı ki. Onlardan vazgeçemem.



         Apartmanların arasında  yeşil sarmaşıklar....

      

         
              Yaz geliyor. Güneşli günler yakın...


24 Nisan 2014 Perşembe

Evdeyim.

   





       Geleli dört beş gün oldu. Her şey bıraktığım yerden devam ediyor. Eve gelmek her zaman ki gibi güzel. Bir yere gitmenin en güzel yanı eve dönüş bence.

       Ara ara gidip gidip dönmeli:))

       Çiçekleri büyümüş bulmalı. Yatağını özlemeli. Mutfağını özlemeli.  Yolda çektiğim resmi de pembe bulutlu yaptım

       "Kolera Günlerinde Aşk'a başladım yeniden. Gabriel Garcia Marquez anısına.Yüzyıllık Yalnızlık'ı bulamadım. Kesin bir dostdan geriye dönmedi.

        Akşama bol domatesli bir pilav yaptım. Yanına tavuk sote, ve zeytinyağlı fasulye.

        Kızgül okuldan geldi. Çocuklarla bağrışmaktan sesi kısılmış dinleniyor.

        Ben de Adamo dinliyorum şu an.





10 Nisan 2014 Perşembe

Ankara Yolları...




                    Yarın otobüsle Ankara yollarındayım.  Baba evi beni bekliyor. Annemin tadına doyulmaz yemekleri, arkadaşlarım, 7.cadde, yeşillere bakan balkon, genç kızlığımın evi beni bekliyor...


  

6 Nisan 2014 Pazar

Bir Pazar Günü.



          "Sıkıcı pazarlardan biri işte." diye kalktım sabah. Kalktığımda Konca motoruyla bir pikniğe gitmek için hazırlanıyordu. Motor montları, botları her şey salona yayılmış durumda. Ben hep " Gitmen bir hengame, gelmen bir hengame!"derim. Dönünce de bütün eşyaları salona yayılır birer birer. Ben de habire toplarım.

           Neyse buzluktan indirdiğim şinitzelleri de didiklemiş. Mangal için yanında götürecek. Sonra "Benim için dua et karıcığım."dedi ve gitti.

           Ben arkasından kül tabaklarını boşalttım. Ortalığı havalandırdım. Gazetelerimi ve çayımı alıp kanepeye kuruldum. Birden hatırladım. Kızgül kaç gün önceden Haldun Taner Sahnesi'ne bilet almıştı. "Oley!" dedim.

           Kızgül kalktı, giyindik. Kadıköy'e yollandık. Oyunumuzun adı "Sirke Tadında Böğürtlen Reçeli"ydi.

           Yaşlı bir çiftin yatak odasında başlıyor oyun. Zaman zaman ölmeyi deneyen çift gittikçe gençleşiyor ve bize hayatlarından kesitler sunuyorlar. Sondan başa doğru... Güzeldi.

           Sonra metroya biniş eve geliş ve tabi evi tam da umduğun gibi buluş... Ortalığı toplayış ve hemen mutfağa giriş...

19 Mart 2014 Çarşamba

Özgürlük Parkı'nda Yürüyüş


     
           Kızgül'le benim öyle "yeşilimiz" gelmişti  ve hava öyle güzeldi ki... Şehrin içinde yeşilini içimize dolduracağımız, renk renk çiçekleriyle bakışacağımız, ağaçlarıyla selamlaşacağımız, doğal olmasa da su sesini kulaklarımıza dolduracağımız bir park var. Göztepe Özgürlük Parkı.



            Biz bugün Kızgül'le buralarda dolaştık. İçimizde birikenleri oraya serptik. Doğa temizler nasıl olsa.




           Yeşilin tonlarını gözlerimize doldurduk.



              Suların kenarında oturduk.





              Su sesini dinledik. Hayallere daldık.



        Su sesini sevmeyen var mı acaba?  Şırıl şırıl akan bir derenin kenarında uykuya dalsam mesela...



      Biz kızımla huzuru paylaştık bugün.


11 Mart 2014 Salı



                     O artık hepimizin çocuğu ve hiç büyümeyecek...