1 2 3 4 5 Bu kodu kullana

31 Aralık 2013 Salı

2014' e Az Kala

     


                   Yılın son günü de ilk günü de çok güzeldir benim için. Birinde koskoca bir yıl biter, diğerinde yepyeni bir yıl başlar.

                    Her yıl yeni yıla çocuklarla aynı sofrada gireriz. Onlar da dışarıda kutlamayı sevmezler.

                    Menü üç aşağı beş yukarı aynıdır her yıl. Dün gece Kızgül'le sardığımız dolmalar olmazsa olmaz. (Genelde yılda bir kere pişer kendileri:)) ). Rus salatası olmazsa olmaz. Et olarak da Emel Anne usulü salçalı biftek.

                    Sabahtan pişirilecekleri pişirdim. Birkaç çeşit meze yaptım. Telefonlarımı ettim. Nevşin'in yeni yılını kutlarken "Napıyorsunuz akşama?" dedim. "Divan Otel'deyiz." dedi. Evdeki divanı kastetmiş. Çok güldüm. Valla en rahatı divan otel bence de:))

                    Bugün kendime bir Atatürk çiçeği aldım.


    

                       Sonra soframı kurdum. Bir pilavım kaldı pişecek. O da en sonra.Kendime de bir kadeh şarap koydum. Herkes birer birer geldi eve.



                     Minik çam ağacı yanıp sönmekte.





                     Bu da saat on ikide patlatacağım hepimize bereket getirecek nar.

                     2014'te bolluk diliyorum. Ülkeme, bana, tüm blog arkadaşlarıma, sevdiklerime...

                     Ama öyle böyle değil. Dostlukta bolluk, sevgide bolluk, mutfakta bolluk, cüzdanda bolluk. Her şey bol bol olsun.



            

20 Aralık 2013 Cuma

Çocukluğumun Ahşap İskeleleri



         Ahşap ne kadar çok hayatımızdaydı eskiden.  Evlerimizin yer döşemeleri tahtadandı mesela. Annelerimiz onları fırçalardı. Birisinin temizliğinden bahsederken "sakız gibi bembeyaz tahtalar" derlerdi.

          İlk plastik oyuncak bebeklerin çok hoşuma gittiğini itiraf edeceğim ama plastiğin bütün hayatımızı böylesine  kaplayacağını tahmin edemezdim.

          Ben ahşabı özlüyorum. Hele hafif aralıklı yer yer çürümüş tahtalardan derme çatma yapılmış iskeleler. Nerede görsem resmini çekerim. Çocukluğuma giderim, şarkılar dolar kulağıma.

           İlk deniz anılarım Ayancık'ta. Benim mayomu, kardeşimin ve kendi mayosunu annem dikerdi. Taa genç kız olana kadar mayomu annem dikti zaten.

           Ayancık'ın denizi biraz hırçındı.Genelde dalgalı olurdu. Sabah erkenden uyanır, ev halkı henüz uyurken deniz kenarına koşardım. Dalgalı değılse sevinçten coşarak eve döner, annem kalkar kalkmaz başının etini yemeğe başlardım. "Anne minicik dalgalar var, ( Elimle de gösterirdim dalgaların boyunu.) hadi gidelim denize." diye.

           Annem ağırdan alır "Dur bakalım."derdi. Güzide'yle planlar yapardık. O gelir bize "Biz annemle denize gidiyoruz" derdi. Sonra onlara gider " Annemle denize gidiyoruz." derdim.

            Sonunda giderdik tabi. Yüzmeyi Ayancık'ta öğrendiğim gibi ilk boğulma tehlikesini de orada yaşadım. Hiç unutmuyorum beni Volkan abla kurtarmiştı. Biz çocukların ilgisini çekerdi Volkan abla. Babalarımızın iş arkadaşıydı ve biz o zamana kadar "kız orman mühendisi" görmemiştik.

            Ayancık biz çocuklar için bir cennetti. Sabahtan akşama kadar sokakta oynardık. Lojmanların bahçeleri meyve ağaçları ve güllerle doluydu. Bir gül dikeniyle Güzide'yle kankardeş olmuştuk. O benim ilk arkadaşımdı. Sonra  Facebook'tan buldum onu. Ama o beni hatırlayamadı ne yazık ki. Ben onu böyle hatırlarken, onun beni hatırlamamasına bozuldum tabi.

            Evlerimizde buzdolabı yoktu henüz. Ortak bır buz odasını kullanırdık.  İçinde de herkese ait dolaplar vardı. Evdeki bozulacak şeyleri biz çocuklar taşırdık oraya. Tahtaların aralarından da kimin dolabında ne var diye bakardık.

            Her taraf meyve ağacı doluyken diğerlerinin bahçesinden meyve aşırırdık.  Yasak meyveyi dalından koparmak ve yemek çok güzeldi.

5 Aralık 2013 Perşembe

Kokinalı Günler



            Kokinamı hep kendim alırım kendime. Geçen aralık ayından kalanlar durmaktadır hala, kurumuş sararmış. Onları poşetleyip atarken taze kokinalarımı yerleştiririm vazoya yeni umutlarla.

            Bir koşturmacayla geçer aralık ayı. Yılın son ayı ya... Akar gider büyük bir hızla.

            "Bu yılbaşı ne yapacaksınız çocuklar?"derdi Emel annem. Sanki her yılbaşı birlikte değilmişiz gibi... Hafiften bozulurdum ama: "Bir programımız yok, sizde veya bizde oluruz."derdim. Nasıl mutlu olduğunu içi gülen gözlerinden anlardım.

            Ben o son gün bankada geç vakitlere kadar çalıştığım için yılbaşı sofrasına çok katkım olmazdı.  Güzelim kaymaklı ekmek kadayıfları, kalem gibi sarılmış dolmalar, ev mayonezleri mezeler hep onun ellerinden çıkardı.

            Ben de bir şeyler yapardım tabi. O güzel lezzetlerin içinde benimkiler basit de olsa Asaf baba mutlaka över: "Emel bu nasıl yapılıyor sende öğren Mihriban'dan." derdi.

            Çocuklar çok mutlu olurlardı. Eğer bizdeysek Babaanne ve Büyükbaba o gece bizde yatarlardı çünkü. Bol bol yaramazlık yaparlardı.

            Ertesi sabah geç kalkar, "Haydi paşa kahvaltısınaaa!" diye masada toplanırdık. Konca ocak başına geçer, herkesin keyfine göre omlet yapardı.

           Gazetelerimizi okur, kahvelerimizi içerdik. Sıra gelir Asaf babanın piyango biletleri kontrolüne.  Uzun uzun bakardı listelere.

           "Baba, bana ne alacaksın çıkarsa?" derdim. O da "Ne istersen.."derdi...

28 Kasım 2013 Perşembe

Bugünden Kareler...



             Aylardan kasım... Geçip gidiyor zaman. Ben hala kendime bir demet kasımpatı alamadım. Yarın ilk iş bir kasımpatı alınacak,  karşısına geçilecek , mutlu mutlu gülümsenecek, bol çiçekli,  bol yeşilli bahçeli evlerde ve küçük kasabalarda geçen çocukluk günleri hatırlanacak.

             Neyse bugüne bakalım şimdi. Resimdeki karanfil, Kızgül'e öğretmenler gününde gelmiş. Sapı kırılmış, boynunu bükmüştü. Hemen suya koydum. O günden beri güzel güzel duruyor bardağında. Ben de gidip gelip gülümsüyorum ona.

              Pazartesi itibariyle Sporium üyeliğim bitti. Birkaç ay ara vereceğim. Yoruldum çünkü. İki senedir gidip geliyorum. Evde daha çok kitap okurum. Koşturmadan işlerimi yaparım. Bol bol yürüyüş de yaparım. Tembellik de yaparım.





           Biraz önce pazardan geldik Koncayla. Netten derleme bu yemeği yaptım hemen. Malzemeler: üç tane pırasa, iki tane kabak, bir tane havuç, üç yumurta, bir bardak süt, bir bardak un, bir paket kabartma tozu, karabiber ve tuz. Aaa! Bir de kaşar peyniri. Blenderde süt, yumurta, un ve kabartma tozunu karıştırıyorsunuz.  Rendeleyip suyunu sıktığınız kabak ve havuca küçük küçük doğradığınız pırasalar karıştırıyorsunuz. Kaşarı da minik minik doğruyorsunuz. Bütün malzemeyi karıştırıp fırın tepsisine döküyorsunuz. Ben yağ kullanmadım. İsterseniz biraz zeytin yağı ilave edebilirsiniz. Şöyle bir tadına baktım, pek güzel olmuş.





               Sonra da birkaç minik kavanoza lahana turşusu kurdum. Evde daha önce haşladığım pancarın suyu vardı. Ona sirke ve salamura tuzu, sarımsak ilave ettim. Bu suyla turşumu kurdum. Kırmızı kırmızı lahana turşum olacak birkaç gün sonra. Hamarat gördünüz beni değil mi? :))





        Hakan Günday'ın "Az" kitabını okuyorum. Şiddet içeren bir kitap olsa da beni şaşkına çevirdiğini ve elimden bırakamadığımı söyleyebilirim. Diğer kitaplarını da okuma kararı aldım.

        İşte böyle...

21 Kasım 2013 Perşembe

Ah! Aşure Ne Güzel Şeysin Sen

 
 
 
  •                Canım nasıl da aşure istiyordu biliyor musunuz?  "Şu komşular da bir aşure yapmadılar." diye kızıp duruyordum. İki üç gün önce bir komşumdan geldi nihayet. Oğul da bizdeydi. Konca fedakarlık etti, yemedi yazık. Bir kaseyi Kızgül, Oğul, ben bölüştük. Dişimin kavuğuna gitmedi tabi.
                          Hatta Lale'nin aşurelerini görünce keşke Lale'nin komşusu olsaydım diye iç geçirmiştim. O zaman tam üç kase gelecekti çünkü:)).
 
                          Artık bu kadar tembellik yeter diyerek bu sabah kendi aşuremi pişirdim. Birer kase birer kase dağıttım komşularıma. Sabahtan beri iki kaseyi mideye indirdim. Alümünyüm hazır kaselere koyduğum aşureleri teyzeme götürmek üzere arabaya binerken bir kadıncağız hazır zannetti. "Nerden aldınız ?"diye sordu. Ben de "kendim yaptım." diye gururlandım. Canı istedi yazık. Ama yanımda fazla yoktu veremedim. Eee! Otursun yapsın o da ne yapalım:))
 
 
 

17 Kasım 2013 Pazar

Pazarları Hiç Sevmem.






             Evet bu bir film adı. Ama benim de pazarları pek sevdiğim söylenemez doğrusu.  Genelde pazar günleri beni afakanlar basar.

             Sanıyorum bu duygu, öğrencilik ve çalışma hayatından kalma. Ertesi gün pazatesidir ya hani... Ütüyü artık erteleyemezsin ya hani... Gerilirsin de gerilirsin!

             Artık emekliyim ama o pazar kasveti yine basıyor işte.

             Ama bu pazar çok da kötü değildi hani. Yayılıp bol ilaveli gazeteleri okumak, yanında bol bol çay içmek, hiçbir şey için acele etmemek güzeldi yani.



          Van'daki bir miniğe gidecek bere ve atkı bitti.  Evdeki herkesler onları çok seviyor. Bir de hazır eldivenle bir takım daha aldım.

          


             Knut Hamsun'un  "Açlık" kitabını okuyorum. Yazar olmak için mücadele eden bir gencin, açlıkla da mücadelesinin hikayesi. Zaten Hamsun'un da yaşamı çile dolu. Bu kitabı sıcak battaniye altında okumak o kadar huzur verici ki. Ne çok şeye sahip olduğumu hatırlattı bana. Yıllar önce okuduğum Hasan İzzettin Dinamo'nun "Savaş ve Açlar"ı geldi aklıma.  Onu bir daha okumalıyım.



   

         Bugün aklım hep Oğuldaydı. Avrasya maratonuna katıldı çünkü. Neyse haberini aldım rahatladım. Başarıyla tamamlamış çok şükür. Akşama uğrarım dedi ama henüz ortalıklarda yok.

12 Kasım 2013 Salı

Üşüyen Minikler İçin...



                 Eline şiş ve yün almamış kadın yoktur herhalde..Hepimiz bir bere, bir atkı, eldiven örebiliriz. Bunların üşüyen bir miniği ısıtacağını düşünmek ise çok  heyecan verici.

                 Bu etkinliğe katılmak isterseniz    Atalet'in sayfasında gerekli bilgiye ulaşabilirsiniz.


             

         Ben kırmızı bir bereye başladım bile. Arkasından atkı. Eldiven biraz düşündürüyor beni. Ona da bir hal çaresi bulacağız artık. İnşallah 21 Kasım'a kadar bitiririm.


   
        Bugün  Lale ve Filiz'le Kadıköy'de buluştuk. Hoş bir gün geçirdik. Lale'nin önerisiyle otantik bir yerde yöresel yemeklerin tadına baktık.

10 Kasım 2013 Pazar



                  Bize verdiklerin için sonsuz teşekkürler. Tüm sevgimle anıyorum.

5 Kasım 2013 Salı

Limonata Gibi Bir Gün



           "Bir Kasım günü bu kadar mı güzel olur?" diye düşünerek içiyordum kahvemi balkonda. Öyle güzel güneşli bir gündü bugün. Hani her işinin rast gideceğini vaad eden bir gündü sanki.

           Zaten öyleydi de. Sabah kalktığımda  bütün ev bana gülümsüyordu. Ben de ona.

           Yooook, bu havada evde oturmak günah olurdu.





                 Orhan Veli'nin dediği gibi,

                  "Bedava yaşıyoruz bedava,
                   Hava bedava bulut bedava,
                   Dere tepe bedava."
  diyerekten Bostancı-Suadiye arası sahil yolunda yürüyüşe başladım.



                    Evet hava limonata gibiydi gerçekten.

                     Burnumda iyod kokusu,






                   Bazen gökyüzüne bulutlara bakarak, bazen denize bakarak yürüdüm.







                    Her zamanki gibi Suadiye Balıkçı Barınağı'nda mola verdim. Garsona "Gerçek limonlu bir soda getirebilir misin?"dedim.  "Senin için olur abla." dedi.

                    Sodamı içtim. Limon dilimlerimi kemirdim.

                    Sonra "İyi ki bir yalıda oturmuyorum."diye şükrettim. Çünkü o zaman deniz kıyısında dolaşmak bu kadar keyif vermezdi.

                    Deli miyim yoksa ben?:)))        

29 Ekim 2013 Salı

Ankara, Bir Film, Bir Kitap, Bir Şarkı...



                     Bayramın üçüncü günü annemle Ankara'ya gittik. Zaten ona  beraber döneceğimizi söylemiştim. Seyahatler artık onu çok heyecanlandırıyor çünkü.

                     Kuğulu Park resmi geçen gidişimden. Ama bu sene de Nevşin'ciğimle orada buluştuk. Kuğulu Park'sız olmaz.

                     Ankara'daki akrabalar ayda bir gün müzikli bir restaurantta buluşuyorlar ve altın da topluyorlar. Bu sene ben de katılıyorum. Her toplaşmada olmasa bile iki ayda bir ben de varım.

                     Bu ayki toplaşmamız Park Restaurant'ta oldu. Annem de katılıyor tabi. Yedik, içtik, bol bol oynadık.

                     Bir gün de parıldayan çiçek le  Hamamönü'nü gezdik. Derken Anne'ciğin güzel yemekleri falan günler geçti ve pazar günü evcağızıma döndüm.

                     Kızgül'üm evi temizlemiş, yemekler yapmış, bana hiç iş bırakmamış. Biz de bugün Kızgül'le sinemaya gittik.





                    Film bana uzayın o sonsuzluğundaki yanlızlığı çok iyi hissettirdi. Ben pek bilimkurgu sevmem ama "Bu astronotlar neler görüyorlar ve hissediyorlar acaba?" diye merak ediyorsanız mutlaka gidin derim. Film 3D tekniğiyle çekilmiş ve zaman zaman benim başımı döndürdü.




              Bu kitabı annemlerde buldum ve hemen el koydum. Yolda başladım okumaya ve halen zevkle okuyorum. Kaçırdığım bazı şeylerin farkına vardım böylece.


             Şimdi güzel bir şarkı...



15 Ekim 2013 Salı

İyi Bayramlar.



            Oğul ve Kızgül elimi öptü. Bende Anneciğimin elini öptüm.  Kahvemizi içtik. Bayramdaaan bayrama yediğim çikolatamı da yedim:))  Yemeklerim de hazır, mutfağa dizilmişler.

             Oh! Daha ne olsun. Tüm ülkeme mutlu bayramlar olsun.



           

11 Ekim 2013 Cuma

Ankara'dan Annem Gelmiş...


           
             Ama önce İzmirden Kardeş geldi. Bir gececik kaldı. Olsun. O kadar işinin arasında bize zaman ayırdı ya.
             

             Annem hasta olan teyzemi görmek için gelmek istiyordu ne zamandır.. Ama bin kere karar verip bin kere caydı. Hem gelmek istiyor hem cesaret edemiyordu. Yaşlanmak işte böyle bir şey galiba. En sonunda  "Anne bayramdan sonra ben seni almaya geleceğim. Sen telaşlanıp kendini üzme ne olur." dedim. Ertesi gün hiç bana söylemeden biletini alıvermiş bi cesaret. Neyse sorunsuz geldi.

             Bugün onu teyzeme bıraktım. İki kardeş hasret giderecekler bu gece. Teyzem artık yatağa bağımlı. Birbirlerini her görüşte "Artık bu son görüşmemizdir." diyerekten mutlu oluyorlar. Bayramı birlikte geçirecekler inşallah.

             Bugün onları gözlemlediğimde yaşlılığın ne zor olduğunu düşündüm.

             Ama bakıyorum ikisinde de kontrol mekanizması iyi çalışıyor. Teyzem yattığı yerden çocuklarının ve torunlarının hayatını takipten geri kalmıyor. Annemse "Bu koca akvaryum buraya hiç olmamış, küçük bir şey alsaydınız kızım." dedi mesela. Akşam Konca motor toplantısından biraz geç döndü. Gelince de yemek ısıtıp yedi. Annem hemen "Olmaz kızım senin sorman ve yemeğini hazırlaman lazımdı."diye söylendi.

             Canım anam benim. Ben de yaşlandım artık. Bana anneliğini hissettiriyorsun ya. Çok mutlu oluyorum çok.



2 Ekim 2013 Çarşamba

Bir Sonbahar Günü



                     Havalar soğudu. Hırkalara şallara sarılma zamanı gelmiş. Yorganımı da çıkarttım artık.

                     Böyle havalarda pencere önüne yerleşmek pek güzel oluyor. Bir yandan müzik dinlemek bir yandan sokağı seyretmek pek hoş doğrusu.

                      Müzik deyince, dün akşam çok sinirlendim. Çok hoşuma giden bir Çerkes ezgisini, pek bilmediğim bir siteden indirmek istedim. İndirmez olaydım. Start.qoneB.com diye bir site giriş sayfamı işgal etti. Dünden beri onla uğraşıyorum. Google'a sordum. Birçok şey denedim, bir türlü olmadı. Ne sinir bozucu bir şey! Kendi bilgisayarımıza söz geçiremiyoruz.

                      Neyse artık uğraşmayı bıraktım. Oğul uğradığında halleder artık. Tabi bol bol da söylenir. "Bilmediğin siteleri ne kurcalarsın bilmem ki?" diye.

                      Yağmur çiseliyor, insanlar koşuşturuyor. Yavaş yavaş akşam olmakta.

                      Yarın benim doğum günüm. Konca beni Beyoğlu'nda gezmeye davet etti.


       

18 Eylül 2013 Çarşamba

Eylülün Anımsattıkları.



          Tam da eylüle yakışır bir ruh halindeyim. Çiçekler solmuş, yapraklar sararmış, yaz bitmiş.

          Güzel günleri hatırlayayım diyorum. Zorluyorum beynimi. Nerede hüzünlü bir anı var, nerede kalp kırıklığı var o geliyor gözlerimin önüne.

          Yani ben hiç güzel bir gün yaşamadım mı? Mesela şimdi oturduğumuz evimizi aldığımızda çok çok mutluydum. Bütün sorunların bittiğine inanıyordum.

           Ankara'dan İstanbul'a zorunlu olarak tayin olmuştuk. Biz Ankara'daki evimizi bozmadan geldik. Hep oraya dönmek umuduyla. Konca'nın anneannesinin evine gelmiştik. Kayınvalidem, kayınpederim ve oğlumla birlikte. Geçici bir süre kalıp tekrar evimize döneceğimizi sanıyorduk. Bir arada tam beş yıl yaşadık. Zor günlerdi. Ben hep evlerin pencerelerine bakardım. Hayaller kurardım. İnsanın evinin olması ne muhteşem bir şeydi.  Ne büyük mutluluktu. Bütün hayalim sadece kendimize ait bir evimiz olmasıydı.  Benim karar verdiğim bir sofra veya canımın hiçbir şey yapmak istemediğim bir zaman özlüyordum.

           Kendimize ait bir evimiz olursa evliliğimizle ilgili hiç bir sorunun olmayacağını sanıyordum.

           Sonra tayinimizin Ankara'ya çıkmayacağını anladık. Ankara'daki evimizi sattık ve şimdi oturduğumuz evimizi satın aldık. Ben taşındığımızda bu evin kapısını öpmüştüm.

           Ama çok geçmeden tek sorunun ev olmadığını da anlamıştım.

           Anladım ki hayatı elimizdeki malzemeyle kotarmamız gerekiyor. Şöyle olursa mutlu olacağız, böyle olursa mutlu olacağız diye bir şey yok yani.

       

10 Eylül 2013 Salı

Ağlayan Çayır



               Dün gece yerimden hiç kalkmadan seyrettim bu filmi. Bir tablo izler gibi, bir şiir dinler gibi...

               Görüntülerin üzerinden fırça ile geçilmiş sanki. Her sahneye bakasım geldi uzun uzun.

               Müziğine ise ayrı aşık oldum. Eleni Karaindrou yapmış. Yönetmen Theo Angelopoulos.

               Film Yunan mültecilerin Kızıl Ordu'nun Odessa'yı işgaliyle anavatana dönüp bir nehrin kenarına yerleşmeleriyle başlıyor. Eleni üç yaşında o sırada ve ailesini kaybetmiş. Film onun hikayesi. Dram, savaş, kargaşa içinde yaşansa da zarif bir aşkı ve tükenişi anlatıyor.

                Bu videoda  filmden kareler var.

 

            
            Nur içinde yat Theo Angelopoulos.  Bütün filmlerini izleyeceğim.
            



7 Eylül 2013 Cumartesi

Yaz Biterken



               Bisiklet fotoğraflarını çok severim nedense. Hele doğadaki bisklet resimleri bende bir özgürlük, bir mutluluk duygusu uyandırır.

                Oğul, uzun bisiklet turlarından sonra bize uğrar. Bisikletini de bahçede bırakmaya korkar. (Kendi topladığı bisikletleri pek kıymetlidir.) Dört kat merdiveni çıkarır, baş köşeye koyar. Ben de hafiften vıdı vıdı yaparım.  Akşam bari resmini çekeyim şunun dedim.

                Gün içinde pek yorulmuştum.


       

               İkinci parti kışlık domateslerimizi yaptık Kızgül'le. Menemenlik de yaptık bu sene. Oh likopen depolarımız hazırda.

    
           Bu da kuruttuğumuz naneler. Gidip gelip ufalayıp kokluyorum.

            Ah bir de ev tarhanası olacaktı ki. Çok severim. Ama yapmaya cesaretim yok. Hem uzun sürüyor hem ev kokuyor. Neyse yufkacıda tarhana gördüm. "Abla, bu bizim köyde tarladan kopardıkları domateslerle, biberlerle yapılıyor dedi. Denemek için azıcık aldım. Çok beğendim. Gerçekten hakiki ev tarhanası. Hemen gidip kışlık alacağım. Kışlık hazırlıkları bu kadar işte. Biraz da kırmızı biber közlerim. Tamam.

           



          Yeni bir kitaba başladım bugün.  Sonbaharın tatlı hüznü sarsa da beni havuz keyfi devam ediyor. Havalar biraz serinlediği için  havuz tenhalaştı. Rahat rahat yüzüyorum. Biraz üşüsem de iyi geliyor.

2 Eylül 2013 Pazartesi

Hüzünlü Menekşem



             Bize geldiğinde üzerinde mor mor menekşeleri vardı. Bizim evde hiç menekşe büyütemediğimi bilmeme rağmen çiçekçide bana öyle mor mor bakınca dayanamamış, alıp gelmiştim eve.

             Asaf baba evindeki renk renk menekşelerden kaç defa vermişti bana. Iııh! Solup gidiyordu hepsi de.

             Önce salonda durdu bu nazlı kız. Bakımını ihmal etmedim. Yapraklarına su değdirmedim, çok da sulamadım. Çok geçmeden çiçekleri bir bir gitti. Mutfak masasına koyayım bakim dedim. Her sabah çayı demlerken ona da gülümsedim. Hatta içimin karardığı sustuğu sabahlarda bile ondan gülümsememi esirgemedim.  Kahvaltımızı karşılıklı yaptık çoğu kez.Yok,  yine çiçek yok. Yapraklar da sağlıklı görünmüyor.

             İki senedir ne veda edip gidiyor ne de yüzü gülüyor.  Bugün bilgisayar odasına taşındı. Belki bu odanın güneşi hüznünü dağıtır.Yüzü güler.


24 Ağustos 2013 Cumartesi

Akşamlardan Bir Akşam



           Kızgül'le akşam yemeğimizi yedik. Tavuk şinitzelleri fırın tepsisine dizdim. Yanına ikiye bölünmüş kekik serpilmiş domatesler, dörde böiünmüş soğanlar, bütün biberler koydum. Çok güzel hafif bir yemek oldu.

           Konca daha önce yemişti yağda kızarmış şinitzellerini. Erkenden de yattı.

           Yalnızız biz Kızgül'le. Ben yeni bir kitaba başladım. Zülfü Livanelli'nin "Son Ada"sına.

           Sonra balkonda oturdum bir süre. Geceyi dinledim. Çöp konteynerinin yanında bir adam oturuyordu. Arkası bana dönük. Saçları beyaz. Gömleği de beyaz. Öyle oturuyordu. Ne düşünüyor, neyi bekliyor?

           Ruhum huzursuz, eski günler beynime üşüşmüş didikliyor sani.

           Adam oturuyordu öylece.

           Küçükyalı Son Ada'daki ada olsaydı... Martılar adanın esas sahibi olsalar, biz de onları rahatsız etmeden sessiz sedasız yaşayıp gitseydik.

           Adam kalktı yerinden, gecenin içinde kaybolup gitti.

           Ben de içeri girip kitabımı elime aldım yeniden.

           Kızgül bir kaç tane ceviz kırıp ayıkladı.

           Televizyonu açmadık bu gece.

16 Ağustos 2013 Cuma

Bin Muhteşem Güneş



            Ruhumda bıraktığı buruk bir tadla okudum kitabı. Elimden bırakmak istemedim.

            Şeriat, savaş ve bombalarla çalkalanan Afganistan'da, yolları "Raşit'in karısı" olarak kesişen, Meryem ve Leyla'nın hikayesi bu.

            Meryem'in onu hayal kırıklığına uğratan, aşkla sevdiği babasından sonra nasırlaşmış yüreğini açtığı tek kişi Leyla ve çocukları oluyor.

            Leyla'da kaybettiği anne ve babası, çocukluk aşkı Tarık'ın yerine Meryem'i koyuyor. Onda bir anne sıcaklığı buluyor.

            Raşit'in öfkesi, zalimliği, şiddeti karşısında iki kadın  sevgileriyle yaslanıyorlar birbirlerine. Tutunmaya çalışıyorlar hayata.

            Ben bu kitabı çok sevdim. Hosseini'nin ilk romanı "Uçurtma Avcısı"nı da okumak istiyorum.

10 Ağustos 2013 Cumartesi

Ve Bayram Bitiyor...



               Bu bayram da evimizin tek misafiri Oğul'du. Bayramın ilk günü kaşarlı omlet, çerkez peyniri kızartmasından oluşan kahvaltısını bizde yaptı. Bizi şereflendirdi. Sonra "Bayram çikolatası yok mu?" dedi. Bu bayram çikolata almadım. Kimse gelmiyor  ve hepsini konca ve ben yiyoruz çünkü. Sadece kağıtlı şeker aldım çocuklar gelir diye. Bu bayram onlar da uğramadı.

              Neyse... Birinci gün hep beraber kabristana gittik önce. Çocuklarımın Babaanneciğini ve Büyükbabacığını ziyaret ettik. Dualarımızı ettik. Nur içinde yatsınlar.
 
               Oradan karşıya geçip Ergin dayı ve Günay yengeyi ziyaret ettik. Neyse bu bayram trafik korkunç değildi. Dönüşte teyzemi de ziyaret ettikten sonra bayram ziyaretleri faslını bitirmiş olduk.

               Bugün ben havuza gittim. Sinop'ta bol bol yedim içtim, spor da yapmadım. Bir buçuk kilo almışım hemen. Yüzerken baktım hamlamışım, hemen yoruldum. Yüzdükçe açıldım.  Yarından itibaren, yarın değil de pazartesinden itibaren yüzme ve sporu hale yola koyacağım.

               Şimdi yeni bir kitaba başlıyorum. " Bin Muteşem Güneş". Yazarı Khaled Hosseını. "Uçurtma Avcısı" nın yazarı.

         

              

8 Ağustos 2013 Perşembe




            Hepimize mutlu, huzurlu bayramlar diliyorum.

            Resim: Rosina Wachtmeister




         

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Sinop'a Gitmek...





                 Sinop'a gitmek demek; çocukluğumun, gençliğimin anılarıyla, halalarla, yengelerle, dayılarla, onların çocuklarıyla buluşmak demek.

                 Çokça "Hatırlıyor musun? Şöyle şöyle olmuştu." diye başlayan cümleler kurmak demek.





                Bol bol nokullar, pideler, mantılar yemek demek...

                "Hadi, Niyazi'ye dondurma yemeğe gidelim!" demek.



     

         Cümbür cemaat denize koşmak demek.

         Plaj paralarını verme kavgası yapmak demek.





      Gece on birlerde ziyarete gidebilmek ya da tam tersi o saatlerde kapının çalması demek.





           Akşamları " Yalı Kahve" de buluşmak, Aşıklar'da yürüyüş yapmak demek.



        Sinop demek mutluluk demek, tatil demek.

        Artık evdeyim. Günü kotarmak lazım, güzel anılar biriktirmek lazım.

16 Temmuz 2013 Salı

Mini Tatil



               Hafta sonu Ağva Green Park'taydık. Konca motor grubuyla kamp kuracaktı. Biz de Kuzenlerle arabayla gitmeye karar verdik

               Yolda mola verip şirin bir gözlemecide kahvaltı yaptık.



               
 
 
           Güzel manzaralı yolculuktan sonra kamp alanına vardık. Konca kendi çadırını kurarken biz de  bungalova eşyalarımızı yerleştirdik.  Sonra attık kendimizi denize. Kumsal oldukça  büyük ve güzeldi.




          Böylece sezonun ilk deniz keyfini yapmış oldum. Bol bol güneşlendik. Sahil boyu yürüdük.

          Akşam  hep beraber uzun bir masanın etrafında yemek yedik. Herkes yiyeceğini getirmişti. Mangallar yakıldı. Şarkılar söylendi.

        



         Ertesi gün öğlene kadar tekrar denize girdik. Sonra dönüş yolu başladı. Biz biraz Ağva'yı gezdik.

         Yorgun evimize geldik. Hoş ve değişik bir hafta sonuydu.

         Bu perşembe de Sinop'a gideceğiz inşallah. Çok özledim.