1 2 3 4 5 Bu kodu kullana

13 Ağustos 2010 Cuma

Yolculuk Sinop'a

          


               Babacığım hastalanmış. Akşama Sinop'a gidiyorum. Onu alıp Ankara'ya gideceğiz. İnşallah herşey iyi olur.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Yaşlılık




          Banka çok kalabalıktı. Sıra bekliyordum. Genelde yaşlılar vardı. Emekli maaşı günü olsa gerek.

          Yanımdaki bey,biraz ileride ayakta duran yaşlı beye bağırdı."Senin numaran 93 değil miydi? Sıran geldi."diye. O ise yanlış gişeye bakıp duruyordu. 911 yanıyordu o gişede.Sondaki 1silikti biraz. O da 91 zannedip bekliyordu. Arkadaşına inanmadı.

          Yanımdaki bey "Sıran kaçsın da gör."diye söylendi. Dayanamadım yanına gittim amcanın.Önce numarasını sordum.Sonra beklediği gişenin yanlış olduğunu,numarasının geçtiğini,hemen giderse alacaklarını söyledim.

          Biraz sonra parasını almış giderken döndü, el salladı mutlu mutlu. Yanımdaki bey, "92 yaşında."diye açıklama yaptı bana.(Kendisi de 80 civarıydı.)

          Yaşlıların onurlarını korumak için verdikleri mücadele içimi acıtıyor. Ben de yaşlanmakta olduğum için mi? Bilmiyorum.Bu konuda çok hassasım.

           Büyük şehirlerde yaşlı olmak çok zor.Market kasalarında görüyorum onları.Bütün paraları bir hizada konmuş cüzdanlarını yavaş yavaş çıkartıyorlar. Ödemelerini yapıyorlar.Para üstlerini yine itinayla yerleştiriyorlar.Bazen hesabı karıştırıyorlar.

           Derken söylenmeler başlıyor. İnsanların beklemeye tahammülü yok.

           Dolmuşlar da öyle. Şoför "Hadi bey amca veya teyze! Biraz çabuk."diye söylenip oflayıp pufluyor.

           Onlar annelerimiz,babalarımız,dedelerimiz,ninelerimiz... Sanki yaşamaya hakları yokmuş gibi muamele görüyorlar çoğu kez.

           Babamı düşünüyorum.Yakın zamana kadar sabah erkenden kalkar, gazetesini ekmeğini alır gelirdi. Ayrıca evin bütün alışverişini o yapardı.Sonra bu işlerden yavaş yavaş vazgeçmeye başladı.Sağlık sorunu olmamasına rağmen gittikçe içine kapandı.Yaşamdan kendini çekti.

           Köylerde yaşlılara nasıl değer verilirdi.Baş köşelerde oturtulur, her konuda fikirleri alınırdı.Böyle onur mücadelesi vermezlerdi.

           Hayat ilkokul dergilerindeki gibi olsa keşke. Soba yansa,üstünde bir çaydanlık...Sobanın yanında bir kedicik. Evin çocuğu ders çalışsa. Bir köşede dede nine otursa.Anne sofrayı kursa. Baba da ona yardım etse.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Kızgül'ümün Pastası




                Dün onca sıcağa rağmen evi bir güzel silip süpürdüm. Günlerden Pazar.Benim pek sevmediğim günlerden. Evdeyim,havada sıcakmı sıcak.Bari temizlik aradan çıksın dedim. Bunu yapabildiğim içinde gurur duydum kendimle. Kilolarca ter döktüm.

               Ama yorulma sonrası çok güzel oluyor. Çayını kitabını alıyorsun eline. Oh! Huzurla oturuyorsun. Konca'da akşam yemeğini hazırladı ben yorgunum diye.

               Derken Kızgül işten elinde bir pasta kutusuyla geldi. Yooo! Kimsenin doğum günü falan değil.

               Minik kızım ilk maaşını almış. Büyümüşte paralar kazanmış,evine eli boş gelmemiş.

               Öğretmenim canım benim canım benim. Ben seni pek çok severim. 

8 Ağustos 2010 Pazar

Sihirli Fasulyem

  





              Birkaç gün önce barbunya ayıklarken bir tanesini mutfak balkonundaki saksıya ekmiştim. Hemen başını çıkarıp gökyüzüne baktı. Büyük bir hızla büyümeye başladı. Bana sihirli fasulye masalını hatırlattı.

              Toprağa ne eksem çıkıyor ve büyüyor. Sadece limon çekirdeklerini büyütemedim. Acaba belli bir mevsimde mi ekmek lazım? Birde karabiber yetiştirmek istiyorum. Geçen sene Pelitköy' de görmüştüm karabiber ağacını. Denize gidip gelirken küçük bir yaprağını koparıp kokluyordum,sonrada ağzıma atıyordum. Yoğun karabiber kokusu içime doluyordu. Acaba karabiber tanelerini eksek çıkar mı?

              Araştırmak ve denemek lazım.

3 Ağustos 2010 Salı

Sıcaak Çok Sıcak...




           İşte bu barınakta serinliyoruz Konca'yla. Minicik bir koy burası.Çok kalabalık oluyor; ama deniz bayağı temiz.Dibi gözüküyor.İki tane de kabin yapmışlar derme çatma. Sürekli çay ve su servisi yapılıyor. Başka da bir ücret ödemiyorsun zaten. Tam emekli işi.

           Sırt çantamızı hazırlıyoruz.Ben paletlerimi de alıyorum. Atlıyoruz motora. Birkaç sene önce denizde bayılma korkusu yaşadım.O zamandan beri ürküyorum biraz. Fazla açılamıyorum.Paletlerim olmazsa panik oluyorum.

           Hiç böyle olacağım aklıma gelmezdi. Çocukluğumdan beri denizi çok seviyorum oysa.Yüzmeyi, denizi seyretmeyi,dalgaların sesini dinlemeyi...

           Ayancık'ta Orman İşletme Lojmanları'nda oturuyorduk.Yaz tatillerinde, yemek saatleri haricinde akşam babalarımız gelene kadar sokakta oynayabilen mutlu çocuklardandık kardeşim ve ben.Sabah erkenden uyanır,annemler uyurken denize kadar koşar bakardım. Dalgalı mı yoksa sakin mi diye. Dalgalı değilse kankardeşim Güzide ile annelerimizin başının etini yerdik."Denize gidelim,denize gidelim!"diye.

          Annelerimizin diktiği mayolarımızı giyer havlularımızı da omzumuza atar, sokakta beklerdik denize gitmeyi. Annelerimiz de mayolarını kendi dikerdi.

         Çoluk çocuk, cümbür cemaat, şambriyellerle yüzmeye çalışırdık. Deniz nasıl coşkulu bir mutluluktu.

         Şimdi o coşku nerede? Zaten bazen denize girmeye üşenmeye başladığında anlıyorsun yaşlanmaya başladığını.