1 2 3 4 5 Bu kodu kullana

26 Haziran 2014 Perşembe

Bektaşağa Köyü



          Dedeciğim ilkokul öğretmeniydi. İlkokul öğretmenlerimizi hiç unutamayız ya!  Bu resme uzun uzun bakar dedemi düşünürüm.

          Sanıyorum kendi yaptığı maketlerle deney yaparken çekilmiş.

          Dedemi hep kitap dolu bir odada, köyde hatırlarım. Atlara merakını hatırlarım. Benim at sevgim oradan geliyor büyük ihtimalle.

          Köydeki evde dedemin ayrı bir odası vardı. Annem ondan çok çekinirdi. Çerkes gelini ne de olsa. Her rastladığında elini öperdi. Biz de Ümit'le çok gülerdik.
 
           Yaz tatillerinde on beş gün Bektaşağa'da on beş gün Sinop'ta anneannemin evinde kalırdık.

           Bektaşağa'da  babaannem biz gidince hemen bir tavuk ayırır, besiye çekerdi. Sonra onu keser, afiyetle yerdik.

           Yazııık!

            Biz küçükken köyde elektrik yoktu. Halam her sabah gaz lambalarını temizler, parlatırdı.

            Suyumuz beni ürküten o derin ve serin kuyudan çekilirdi.

            Bahçede çiçekler, salatalıklar, karpuzlar, fasulyeler vardı.

           Tavuklara yem verirdik Ümit'le.

            Hele o kümesten yumurta toplamak yok mu?

            Babaannem doğa bize ne verdiyse onu pişirirdi o gün.

            Erkenden yatardık. Derin ve huzurlu uykulara dalardık Bektaşağa'da.

            Halamın köydeki evde misafir odasını da hiç unutamam. Tertemiz, bembeyaz kanaviçeli örtülerle bezeli sedirleri,  hayvan biblolarını, el dokuması kilimleri...

             Bir de köpek seslerini ve sabah olunca horoz seslerini unutamam.


23 Haziran 2014 Pazartesi

Bir Küçücük Adacık: Kınalıada.



              Kızgül'le Adalara gitmeye karar verdiğimizde bugüne kadar gitmediğimiz Kınalıada'yı istedik. Burgaz'a giderken önce ona uğrardı motor. Uzaktan öyle kendi halinde öyle sakin dururdu ki: "Bir gün bana da buyrun." derdi sanki.

              O gün bugündü işte.



            İnsanlar kıyı boyu denize giriyorlardı.



              Tahmin ettiğimiz gibi küçük bir kasaba havasındaydı Kınalı.



                  Sokaklarında doğaçlama yürüdük Kızgül'le.



            Ortam sessiz... Çiçekler, kelebekler, bol yeşillik ve bol huzur...



              Kınalı'da öyle lüks villalar pek yoktu. Daha çok mütevazi evlerden oluşuyordu.



            Derken acıktık tabi. Kınalı'da diğer adalar gibi sizi restaurantlarına çekiştiren garsonlar yok. Kafa çeken turistlerle dolu değil Ada. Herkes kendi halinde. Kafelerde çay, kola, soda içiyorlar.

            Biz minicik, masalarında mavi ekose örtüler ve mis kokulu fesleğenler olan şirin ve temiz bir yerde yedik yemeğimizi. Çok memnun kaldık.



         Sonra deniz kenarında bir kahvede kahvelerimizi içtik.

         Deniz kokusu eşliğinde eve dönüş. Hafiften bir rüzgar üfürdü. Çantamdan hırkamı çıkarıp sarındım.

         Güzel bir gündü...

15 Haziran 2014 Pazar

Babamı Hatırlamak...



               Senin   hiçbir kere Milli Piyango bileti aldığını hatırlamam. Hiç mi hayal kurmazdın? Kendin için hiç mi bir şey istemezdin?

               Zaten para konusu hiç konuşulmazdı evde. Hayali niye kurulsun ki? Okul önlüklerimizi ve diğer giysilerimizi annem dikerdi. Eskidikçe ayakkabılarımız alınırdı. Bez bebeklerim vardı yine annemin diktiği.  Aydan aya bize harçlıklarımızı verirdin. O kadar güven içindeydik ki... Gerekli ihtiyaçlarımızı mutlaka karşılayacağını bilirdik.

                Bazı günler memur kulübüne giderdin. Ama ne oyun oynardın ne içki sigara içerdin. Bazı akşamlar çok gergin olurdun. İş hayatının zorluklarını eve getirirdin herhalde.  O zaman biz de gerilirdik. Bazı akşamlar da keyiflenir şarkı defterini çıkarır şarkı söylerdin. O zaman Ümit'le ben mutlu mutlu seni dinlerdik.

               Altı ay karın kalkmadığı Çangal'da ilkokula başladığımda beni kucağında okula sen götürüp getirmiştin.Evimizin pencerelerine kadar kar yağardı. Çatıdan kocaman buzlar sarkardı. İki kar dağının arasında kucağında giderken duyduğum güveni ve huzuru hatırlıyorum.

               Annemin bacağında kemik zarı iltihabı olduğunda bir köyden "Pamuk " isminde bir abla getirmiştin eve. Bizimle yaşayacaktı ve anneme yardım edecekti. Ama Pamuk öyle ağlamış ve evini öyle özlemişti ki dayanamadın onu köyüne geri götürdün. Onu evine bırakırken beni de götürmüştün,  atının önüne oturtmuştun. Öyle uzun gitmiştik ki at sırtında... Bacaklarım acımıştı. Sonra hiç unutamadığım o sahne... Pamuk'un annesi tarladan gelmişti. Kucağında topladığı fasulyeler... Bizi gördü. "Kızım gelmiş!" diye çığlık attı. Fasulyeler yerlere dağıldı. Sonra biraz oturduktan sonra yine at sırtında geri döndük.

               Şimdi bana sorsalar "Babanın en çok neyini severdin?" diye. Bir an bile şüphe etmediğim dürüstlüğünü ve bana verdiğin sonsuz güveni, diye cevaplarım.

                Seni özlüyorum. Nur içinde uyu...


5 Haziran 2014 Perşembe

Gri Bir Gündü



     Bugün bir arkadaşımla buluşacaktık aslında. Ama iptal etti. Keyfi yokmuş. İstanbul griydi zaten. Suratım asıldı biraz.

     Konca " Hadi seni Choppers Point Cafe'ye götüreyim. " dedi  Daha önce bir motorcular toplantısına katılmış orada. Bakırköy de epeyce uzak. Ama bu teklif iyi geldi.

     Hemen şehriyeli pilavımı yaptım akşama. Dünden zeytinyağlı fasulyem vardı. Yanına ızgara tavuk yaparım diye düşündüm.

     Araba vapuruyla karşıya geçip devam ettik. Fuar günü olmadığı için cafe sessiz ve sakindi.

      Oturduk, biralarımızı içtik. İstanbul gri olsa da ara ara gülümsedi bize. Hiç yağmur yağmadan eve geldik.

       Konca'ya patates kızarttım. Ben uzun zamandır kızarmış patates yemiyorum. Canım çektiğinde fırınlıyorum. Güzel oluyor.

       Bir yandan da "Aramızda Kalsın"ı izliyorum. Seviyorum bu diziyi.