1 2 3 4 5 Bu kodu kullana

31 Aralık 2013 Salı

2014' e Az Kala

     


                   Yılın son günü de ilk günü de çok güzeldir benim için. Birinde koskoca bir yıl biter, diğerinde yepyeni bir yıl başlar.

                    Her yıl yeni yıla çocuklarla aynı sofrada gireriz. Onlar da dışarıda kutlamayı sevmezler.

                    Menü üç aşağı beş yukarı aynıdır her yıl. Dün gece Kızgül'le sardığımız dolmalar olmazsa olmaz. (Genelde yılda bir kere pişer kendileri:)) ). Rus salatası olmazsa olmaz. Et olarak da Emel Anne usulü salçalı biftek.

                    Sabahtan pişirilecekleri pişirdim. Birkaç çeşit meze yaptım. Telefonlarımı ettim. Nevşin'in yeni yılını kutlarken "Napıyorsunuz akşama?" dedim. "Divan Otel'deyiz." dedi. Evdeki divanı kastetmiş. Çok güldüm. Valla en rahatı divan otel bence de:))

                    Bugün kendime bir Atatürk çiçeği aldım.


    

                       Sonra soframı kurdum. Bir pilavım kaldı pişecek. O da en sonra.Kendime de bir kadeh şarap koydum. Herkes birer birer geldi eve.



                     Minik çam ağacı yanıp sönmekte.





                     Bu da saat on ikide patlatacağım hepimize bereket getirecek nar.

                     2014'te bolluk diliyorum. Ülkeme, bana, tüm blog arkadaşlarıma, sevdiklerime...

                     Ama öyle böyle değil. Dostlukta bolluk, sevgide bolluk, mutfakta bolluk, cüzdanda bolluk. Her şey bol bol olsun.



            

20 Aralık 2013 Cuma

Çocukluğumun Ahşap İskeleleri



         Ahşap ne kadar çok hayatımızdaydı eskiden.  Evlerimizin yer döşemeleri tahtadandı mesela. Annelerimiz onları fırçalardı. Birisinin temizliğinden bahsederken "sakız gibi bembeyaz tahtalar" derlerdi.

          İlk plastik oyuncak bebeklerin çok hoşuma gittiğini itiraf edeceğim ama plastiğin bütün hayatımızı böylesine  kaplayacağını tahmin edemezdim.

          Ben ahşabı özlüyorum. Hele hafif aralıklı yer yer çürümüş tahtalardan derme çatma yapılmış iskeleler. Nerede görsem resmini çekerim. Çocukluğuma giderim, şarkılar dolar kulağıma.

           İlk deniz anılarım Ayancık'ta. Benim mayomu, kardeşimin ve kendi mayosunu annem dikerdi. Taa genç kız olana kadar mayomu annem dikti zaten.

           Ayancık'ın denizi biraz hırçındı.Genelde dalgalı olurdu. Sabah erkenden uyanır, ev halkı henüz uyurken deniz kenarına koşardım. Dalgalı değılse sevinçten coşarak eve döner, annem kalkar kalkmaz başının etini yemeğe başlardım. "Anne minicik dalgalar var, ( Elimle de gösterirdim dalgaların boyunu.) hadi gidelim denize." diye.

           Annem ağırdan alır "Dur bakalım."derdi. Güzide'yle planlar yapardık. O gelir bize "Biz annemle denize gidiyoruz" derdi. Sonra onlara gider " Annemle denize gidiyoruz." derdim.

            Sonunda giderdik tabi. Yüzmeyi Ayancık'ta öğrendiğim gibi ilk boğulma tehlikesini de orada yaşadım. Hiç unutmuyorum beni Volkan abla kurtarmiştı. Biz çocukların ilgisini çekerdi Volkan abla. Babalarımızın iş arkadaşıydı ve biz o zamana kadar "kız orman mühendisi" görmemiştik.

            Ayancık biz çocuklar için bir cennetti. Sabahtan akşama kadar sokakta oynardık. Lojmanların bahçeleri meyve ağaçları ve güllerle doluydu. Bir gül dikeniyle Güzide'yle kankardeş olmuştuk. O benim ilk arkadaşımdı. Sonra  Facebook'tan buldum onu. Ama o beni hatırlayamadı ne yazık ki. Ben onu böyle hatırlarken, onun beni hatırlamamasına bozuldum tabi.

            Evlerimizde buzdolabı yoktu henüz. Ortak bır buz odasını kullanırdık.  İçinde de herkese ait dolaplar vardı. Evdeki bozulacak şeyleri biz çocuklar taşırdık oraya. Tahtaların aralarından da kimin dolabında ne var diye bakardık.

            Her taraf meyve ağacı doluyken diğerlerinin bahçesinden meyve aşırırdık.  Yasak meyveyi dalından koparmak ve yemek çok güzeldi.

5 Aralık 2013 Perşembe

Kokinalı Günler



            Kokinamı hep kendim alırım kendime. Geçen aralık ayından kalanlar durmaktadır hala, kurumuş sararmış. Onları poşetleyip atarken taze kokinalarımı yerleştiririm vazoya yeni umutlarla.

            Bir koşturmacayla geçer aralık ayı. Yılın son ayı ya... Akar gider büyük bir hızla.

            "Bu yılbaşı ne yapacaksınız çocuklar?"derdi Emel annem. Sanki her yılbaşı birlikte değilmişiz gibi... Hafiften bozulurdum ama: "Bir programımız yok, sizde veya bizde oluruz."derdim. Nasıl mutlu olduğunu içi gülen gözlerinden anlardım.

            Ben o son gün bankada geç vakitlere kadar çalıştığım için yılbaşı sofrasına çok katkım olmazdı.  Güzelim kaymaklı ekmek kadayıfları, kalem gibi sarılmış dolmalar, ev mayonezleri mezeler hep onun ellerinden çıkardı.

            Ben de bir şeyler yapardım tabi. O güzel lezzetlerin içinde benimkiler basit de olsa Asaf baba mutlaka över: "Emel bu nasıl yapılıyor sende öğren Mihriban'dan." derdi.

            Çocuklar çok mutlu olurlardı. Eğer bizdeysek Babaanne ve Büyükbaba o gece bizde yatarlardı çünkü. Bol bol yaramazlık yaparlardı.

            Ertesi sabah geç kalkar, "Haydi paşa kahvaltısınaaa!" diye masada toplanırdık. Konca ocak başına geçer, herkesin keyfine göre omlet yapardı.

           Gazetelerimizi okur, kahvelerimizi içerdik. Sıra gelir Asaf babanın piyango biletleri kontrolüne.  Uzun uzun bakardı listelere.

           "Baba, bana ne alacaksın çıkarsa?" derdim. O da "Ne istersen.."derdi...