1 2 3 4 5 Bu kodu kullana

31 Mart 2013 Pazar

Sıcacık Bir Gün.




           Bugün İstanbul yaz gibiydi. Dünden kararlaştırmıştık Kuzen'lerle adalara gitmeyi. Akşamdan yemeklerimi hazır ettim. Yemeğim hazır olursa huzurlu oluyorum çünkü.

           Sabah onbir gibi Bostancı İskelesinde buluştuk. Büyük Ada'nın çok kalabalık olacağını düşünerek Burgaz'a gitmeye karar verdik. Böylece 2013 Adalar açılışını yaptık.

            Ben zaten Burgaz'ı çok seviyorum. Onun o sessiz "kasaba" havasına bayılıyorum çünkü. Büyük Ada bence İstanbul gibi.

            Önce paytonla küçük tur yaptık. Sonra yürüdük. O kadar oksijen almışız ki hafif sarhoş Öğretmen Evi'ne gidip yemeklerimizi ısmarladık. Deniz karşımızdaydı. Güzel kediler oynuyordu. Kuşların sesleri yaşadığımızı hissettiriyordu.

            Sonra deniz kenarında bir kafede kahvelerimizi içtik. Oyle yorulmuşuz öyle yorulmuşuz ki, sanki sırtımızda taş taşımışız.

            Dönüşte huzurluyduk. Her zaman ki gibi sık sık Ada'ya gitme kararı aldık. Sonra unutacağımızı bile bile. Halbuki Kadıköy'e gitmekten kolay Ada'ya gitmek.Haftada bir gün yürüyüş yapmak için bile Ada'ya gidilebilir hafta içi.



            
           

       

28 Mart 2013 Perşembe

70'li Yıllardan Gençlik Manzaraları.



            70'lerin  başında babamın tayini Trabzon'dan Ankara'ya çıkmış, Küçükesat'ta Urfa Apartmanı'nda  kiraladığımız bir daireye yerleşmiştik. Çok mutluydum. Hem Ankara'ya taşınmıştık hem de ben üniversiteye kaydolmuştum.


          O zamanlar durmadan çekiştire çekiştire "mini"ler giyiyorduk. Hatta annelerimiz bile bizim kadar olmasa bile bayağı kısa giyerlerdi. Benim eski elbiselerimden birini annem saklamış. Geçenlerde bana gösterince "Bunu ben giymiş olamam." diye şaşırmıştım. Kızım görecek diye de ödüm kopmuştu.


          O yıl mininin üstüne maksi paltolar moda oldu. İçim gitmişti keşke benim de olsa diye. Üniversiteye başlıyorum ya anneciğim hemen gidip ekose bir kumaş almış bana maksi manto dikivermişti alelacele.


          Paltoların önü kapanmaz içinden minilerimiz gözükürdü.

          Sonra üniversite yılları... Boykotlar, yürüyüşler,mitingler.sol gruplar,sağ gruplar, silahlar, Denizler, Mahirler, acılar, kayıplar, annelerin gözyaşları... 12 Eylül 1980'e giden yolda yürümeye başlamıştık.


          Radyodan uzun uzun arananlar listeleri okunurdu. Bu arada evlerimize televizyon girmiş yeni bir dönem başlamıştı. Zengin Yoksul, Kaçak, Dallas, Uzay Yolu, Pilli Bebek... En güzeli Eurovizyon'a katılmamızdı. Seçmeler ayrı bir heyecan, yarışma gecesi ayrı bir heyecan...


          O gece annemler yatmış, kardeşimle biz heyecanla izlemiştik yarışmayı ve nasıl bir hayal kırıklığıydı o. Semiha Yankı ve şarkısını hala zevkle dinliyorum.

          Harçlıklarımızla kitap alabilir bol bol sinemaya gidebilirdik. Şebekelerimiz vardı. Bu kartlarımızla sinemaya ve tiyatroya indirimli girerdik. Üniversiteli olmanın gururunu yaşardık. Yılmaz Güney filmleri, Hababam Sınıfı, unutulmaz Love Story... Ben evime çok yakın olan Dedeman Sineması'na giderdim daha çok.


          Sigara içmek çok prestijli bir şeydi. Annelerimiz misafirler için birkaç çeşit sigara bulundururlardı. Gelen misafire mutlaka sigara ikram edilirdi. Üniversiteli olmak demek özgürce sigara içebilmek demekti. Devrimci gençler "Birinci" içmek zorundaydılar. Hepimiz sigara içerdik. İçmeyen çok azdı. Bu sanki büyümüş olmanın bir göstergesiydi. Duman içinde kantinlerde oturur, hiç rahatsız olmazdık.


          Pikaplarımız vardı. Ve tabi çok kıymetli 45'likler ve longplaylerimiz. Odalarımızda plak dinlerdik.

          Bir de o zamanlar herkes sevgilisiyle, arkadaşıyla, kocasıyla "Kızılay Gökdelen" in önünde buluşurdu. Başka yer yoktu herhalde. Hele cumartesileri öyle kalabalık olurdu ki buluşacağımız kişiyi zor bulurduk.


          Daha o kadar çok şey var ki anlatacak. Ajda Pekkan bir stardı. Bugün de bir star:))   Kimler geldi kimler geçti...



21 Mart 2013 Perşembe

"Dostlar Beni Hatırlasın"



         Sivas Sivrialan köyünde doğmuş Veysel. 7 yaşında çiçek hastalığında bir gözünü, diğer gözünü de bir kaza sonucu kaybetmiş.

         Babasının oyalanması için aldığı sazla türküler söyleyip çalmaya başlamış.

         Hüsranla biten ilk evliliğini köyün güzel kızı Esma'yla yapmış.  Karısı bir süre sonra  çocuğunu bırakıp evdeki yanaşmayla kaçmış. Karısını kaçacağını hisseden Veysel Esma'nın çorabına biraz para koymuş sefil olmasın diye. Çocuğuyla yalnız kalmış Veysel. Bir süre sonra onu da kaybetmiş.

         Kızı bir söyleşide Veysel'in Esma'yı aldatılmasına rağmen hep sevdiğini söylüyor. Bu hikaye beni derinden sarstı. Acaba Esma çorapta saklı parayı bulunca ne yaptı, ne düşündü. Yüreği pişmanlıkla burkuldu mu?

         Veysel 1933'te Ahmet Kutsi Tecer'le tanışmış ve onun teşvikiyle kendi deyişlerini yazmaya başlamış. Daha sonra Köy Enstitüleri'nde saz hocalığı yapmış.

          "Türklerin ihyası Hazreti Gazi
            Kurtardı vatanı düşmanımızdan
            Canını bu yolda eyledi feda"
dizeleriyle başlayan ilk şiiri Atatürk Destanı'nı  yazdı.

            En büyük arzusu Atatürk'ü görmekmiş. Bu arzusunu gerçekleştirememenin üzüntüsünü hep yaşamış Veysel. Bir de askere gidememek üzmüş onu.

            Ruhi Su bir dost meclisinde bir türküsünü söylemiş. Bitince Veysel'e "nasıl buldun Aşık." diye sormuşlar. "Dağlarda çiçek olur, alır onu şehre getirirsiniz. Çok güzel saksılarda onu beslersiniz. Ama eski kokusunu tutturamazsınız." demiş.

            Onun en sevdiğim dizelerinde
           
           "Güzelliğin on para etmez
             Bu bendeki aşk olmasa
             Eğlenecek yer bulamam
             Gönlümdeki köşk olmasa"
diyor Aşık Veysel.

           "Dost dost diye nicesine sarıldım
             Benim sadık yarim kara topraktır."
diyen Veysel 21.03.1973 günü sadık dostuna kavuşmuş.

             Sevgiyle anıyorum.


16 Mart 2013 Cumartesi

Bir "Mim" Kondu Bloguma




         Lale'nin üflediği bu "Mim" geldi kondu bana. Şimdi soruları cevaplıyoruz:

         1- Su mu, ateş mi, güneş mi olurdun? Neden?

          Su olsam üstümde de bir güneş olsa... Işıkları dans etse üzerimde... Çok şey mi istemiş olurum?

          
          2-Taş olsan nerenin taşı olurdun?

           Pamukkale'nin pamuk taşları olurdum. İnsanlar sonsuz beyazlığımda ruhlarını yıkasınlar diye...

          3- Neyin ve kimin karşısında, hangi durumlarda susarsın?

          Kaybetmekten korktuğum kişilerin öfkesi karşısında sabırla susarım. Daha sakin bir zamanında konuyu açarım.

          4- Kusur olsan nasıl bir "kusur" olurdun?

           Kolay afedilecek kusurlardan olmayı tercih ederdim.

           5- Küfür olsan ne olurdun? Kime savrulurdun?

           Çok seyrek olarak küfür edecek duruma gelirim. Ne kadar kızarsam kızayım kimseye savuramam ne yazık ki. Yalnız kaldığımda onun hayaliyle hallederim meselemi.

            6- Esir olsan neyin veya kimin esiri olurdun/olmak isterdin?

            Kimsenin esiri olmak istemezdim. Ama annelik gönüllü bir esaret.

            7- Bir suç olsan nasıl bir "suç" olurdun?

            Bazen çok hak edenlere okkalı bir tokat savururdum.

            8- Topraktaki güç olsan o güçte ne yetiştirilirdi?

            Ulu bir çınar.

             9- Sayılmadığında ne hissedersin?

             Kötü. Hem de çok kötü.

             10-Bir "oyun" oynasan ne oynardın?

              Çocukken annelerimize "Pamuk Prenses"i oynardık. Ama hep kavga ederdik. Çünkü herkes Pamuk Prenses olmak isterdi. Rol kapanın elinde kalırdı. Madem böyle bir fırsat çıktı karşıma Pamuk Prenses olayım da çocukluğumun intikamını alayım.

               Şimdi ben bu mimi kimlere üflesem acaba?

               Sevgili Başak ve Sevgili  Burcu. Hadi sıra sizde.

            

     

14 Mart 2013 Perşembe

Baharla Haşır Neşir.




          Bugün "İşte geldim." dedi bahar. Ara ara esen rüzgara rağmen sıcacık cıvıl cıvıl bir gün yaşadık İstanbul'da.

          Sabah evi derleyip topladıktan sonra attım kendimi dışarı. Biraz yürümüştüm ki Kuzen aradı.  Küçükyalı'daymış.  Buluşup bir Kafede oturduk. Kahvelerimizi içerken lafladık biraz. Eşini kaybettiğinden beri pek toparlanamadı. Ama hayat yolculuğu devam ediyor birilerini geride bıraksak da.

          Sonra o evine ben pazara gitmek üzere ayrıldık. Uzun zamandır pazara gitmemiştim. Pazar kalabalığının içine karıştım. Bulduğum bütün otları aldım.



       Bu kuzukulağı. Çocukken toplar yerdik. Çok severdim.  Eve gelince yıkadım. Gidip gelip atıştırdım. Ekşimsi baharatlı tadı bana çocukluğumu hatırlattı. Konca "Seni mutlu etmek ne kolay!" dedi.



        Mutfağa girmek zamanı gelmişti artık. Çipuraları hafif yağlayıp limonlayıp fırın tepsisine dizdim.  Etrafına domates, biber, patates ve iri doğranmış bol soğan koydum. Baharatını, tuzunu ekleyip fırına attim. Hafif ve çok lezzetli oldu. Hem de mutfak çok balık kokmadı.

        Şimdi sıra şiirde. Ben bloğa genelde baharda şiir ekliyorum. İçimden geliyor.

        NE BÖYLE SEVDALAR GÖRDÜM, NE BÖYLE AYRILIKLAR

        Ne zaman seni düşünsem

        Bir ceylan su içmeye iner

        Çayırları büyürken görürüm.


        Her akşam seninle

        Yeşil bir zeytin tanesi

        Bir parça mavi deniz

        Alır beni


        Seni düşündükçe

        Gül dikiyorum elimin değdiği yere

        Atlara su veriyorum

        Daha bir seviyorum dağları

        İLHAN BERK


      

      


8 Mart 2013 Cuma

Bir Kadın Gittiğinde...





Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler...Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştır tabaklar.

Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.

Sık sık boynunu büker "sarıkız".O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz, değerini kimse anlayamaz krom hac tasının.

Balkon artık sessizdir, koridor kimsesiz.

*

Bir kadın gittiğinde.
..

Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında; bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci...

Bir anne gider...

Bir dost...

Bir arkadaş...

Bir sevgili...

Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde.

BEKİR COŞKUN

Resim NURİ İYEM

 Bütün emekçi fedakar kadınlar için...

6 Mart 2013 Çarşamba

Ben Bugünlerde...



            Günlerimi kafamın içini saman  doldurup beni serseme çeviren nezlemle,




           Kendime aldığım papatyalarımla,



      Okuduğum kitabımla ,

http://youtu.be/mzJ5l_uyidk  Ve Müslüm Gürses'i anarak dinleyerek geçiriyorum.

      Limonlu zencefilli ıhlamurum da var tabi.