1 2 3 4 5 Bu kodu kullana

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Burgaz Ada'da Bir Gün.



         Serin güzel bir gündü ve deniz çok lacivertti Burgaz Ada'ya doğru yol alırken. Hem de Konca'nın doğum günü. 



         Ben daha önce hiç gitmemiştim Burgaz Ada'ya.



         O güzel sessiz sokaklarında yürüdük.



           Ben "Keşke Adalı bir arkadaşımız olsaydı. Bu evlerden birinde öğlen uykusuna yatsaydık." diye geçirdim içimden. Herhalde bin yıl uyumuş gibi hissederdim kendimi.



         Doğaçlama yürüdük sokaklarda. Evlerin önünde mutlaka banklar vardı. Çiçeksiz ev hiç yoktu.



           Bu da Ada sakinlerinden bir sarman.



          Deniz kıyısında Yasemin Restaurant'a geldik. Hiç aç değildik. Ama denize karşı bir şeyler içmeden olmazdı.



            Kalamar tava, sigara böreği ve bira söyledik. Rumca şarkılar çalıyordu fonda.




             Sıra denize karşı kahvelerde tabi. İyi ki doğdun Konca. Nice senelere.


25 Ağustos 2012 Cumartesi

Bugün...



                   Bugünlerde bahar yaşamak istiyorum. Son da olur. İlk de...

                   Serin akşamlar, ama gün içinde hafiften güneş istiyorum.

                   Bazen derin bir sessizlik olsun. Bazen fısıltılar doluşsun hayata dair.

                   Ve güzel kokulu bahçeler, sofralar...

                   Bahar yaşamak istiyorum. Son da olur. İlk de...

   

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Doğan Kardeş'le Büyümek..



            Yaz geleli yürüyüşe çıkmadım gibi bir şey. Bugün kendimle başbaşa yürümek istedi canım. Hava çok sıcak olsa da kararlıydım.

            Önce dolmuşla Caddebostan Kültür Merkezi'ne  gidecek, "Doğan Kardeş'le Büyümek sergisini gezecek ve yürüyerek eve dönecektim.

            Sergi Doğan Kardeş kitaplarının orjinal kapak resimlerinden ve kitaplardan oluşuyordu. Kitap kapakları beni çocıkluğuma döndürdü.

 







         Doğrusu ben içinde şiirler, öyküler, harika çocuk Bedri Baykal'ın resimleri olan, her ay dört gözle beklediğim eski Doğan Kardeş dergilerini de göreceğimi umuyordum ama dergiler yoktu ne yazık ki. Kitaplar ve kapak resimleri de çok güzeldi. Doğan Kardeş'le büyümek gerçekten bir şanstı.

         Bostancı'ya kadar vitrinlere baka baka yürüdüm. Cadde tenhaydı. Yani sevgilisinin elini tutan, köpeğini kapan veya çocuğunu kapan gelmemişti.

         Eve geldiğimde yorulduğumu anladım. Fırında bir tepsi patates, biber, domates kızarttım. Ortalık mis gibi biber koktu. Yanında pilav ve tavuk var. Birazda bayramdan kalma zeytinyağlı sarma.

 






19 Ağustos 2012 Pazar

Bayram.



                  Bugün bayram. Henüz kapımızı şekerci çocuklar da ramazan davulcusu da  dahil kimse çalmadı. Olsun.

                  Uzaktaki sevdiklerimizle telefonla konuştuk. Seslerini duyduk.

                  Seslerini duyma imkanımız olmayanlara dualarımızı yolladık.

                  Öğleden sonra teyze ve dayıya gideceğiz ellerini öpmeye.

                  Bugün bayram. Çikolata tadında kahve keyfinde bayramlar olsun hepimize...

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Eski Bir Film.



          Eski Filmlere fena dadandım. Bu gece 1961 yapımı "Tiffany'de Kahvaltı" yı izledim. Audrey Hepburn'un güzelliğini, zerafetini özleyenler ve hoş bir aşk filmi izlemek isteyenler izlesin. Hiç sıkılmadan izledim ben.

          Audrey Hepburn zengin erkeklere eskortluk yapan, çılgın bazende hüzünlü bir kız. Hüzünlü biten gecelerin sabahında şehrin göz alıcı mücevher dükkanı Tiffany vitrinin önünde kahvaltı ediyor. Derken yeni komşusu Paul ile aralarında platonik bir aşk başlıyor... Ama kız zengin bir evlilik peşinde. Ve mutlu sooon:))

          Film eski olmasına rağmen kıyafetler ve ev dekorasyonu sanki günümüzde gibi. Öyle dalmış gitmişim.



               Bu ince kitapları okuyorum bu aralar. Albaya Mektup Yok uzun bir öykü. Akdeniz'i okuyorum şu an. Evdeki henüz okumadığım kitaplardan bunlar.

               Kızgül dersanede öğretmenliğe başladı. Ben uyurken erkenden gidiyor. Ne kötüyüm değil mi? Kızgülümü uğurlamıyorum.  Tembelim ben tembel. O kibarlığından "Sakın sen kalkma anne" diyor ya  hemen inanıyorum.

             



              

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Kırık Dökük Bir Gün...



      Yatağımın ayak ucunda vantilatör sabaha kadar  çalıştı. Ondan mıdır nedir sabah dayak yemiş gibi kalktım. Başımda bir uğultuyla dolaşıyorum.

      Böyle durumlarda büyük bardak suya bir çay kaşığı karbonat, çok az tuz, çok az şeker ve yarım limonun suyunu ilave edip içiyorum. Yarım saat sonra bir tane daha. Serum almışım gibi iyi geliyor bana.

      Market alışverişimi yaptım. Ocağa yemek attım.  Oturdum bilgisayarın karşısına. Beni etkilemiş eski filmlerden bir tane izlemek istedim. Seçimim 1970 lerde izlediğimiz İrlandalı Kız.




             Robert Mitchum ve Sarah Miles oynuyor. 1.Dünya Savaşı sırasında İrlanda'da ıssız bir sahil köyünde yaşanan bir yasak aşk hikayesi. Klasik müzik eşliğinde seyrettiğim muhteşem görüntülerle dolu film çok iyi geldi.


 Birazda Vedat Sakman dinleyelim.

3 Ağustos 2012 Cuma

Uzun Bir Aradan Sonra Konca Mutfakta...



              Sabah kalktığım da masanın üzerinde barbunya kabuklarından bir dağ oluşmuştu. Yanında da ayıklanmış barbunyalar.

              Çok sevindim Konca'nın bu sürprizine. Öyle tezahürat yaptım ki  "Sen şimdi bunu güzel pişiremezsin." diye geçti tezgahın başına. Daha önce internetten tarif almış tabi. Soğanları, havuçları, domatesleri küçük küçük doğradı. O bunları yaparken ben de kahvaltımı yapıyordum.

              Bence erkekler mutfağa çok yakışıyorlar. Orada öyle yemek hazırlarlarken çok güzel görünüyorlar. Bütün kötü huyları da çekip gidiyor başka yerlere.



              Bu resimdeki bir patates. Evet bir patates. Sepetten çıktı. Ne tatlı değil mi? Bu sabah çok güzel başladı doğrusu. Konca bizim için mutfağa girdi. Patates de kalp şekline girdi.