1 2 3 4 5 Bu kodu kullana

28 Eylül 2011 Çarşamba

Sonbaharda Ada...



         Bütün yaz adaya gitmeyi istedim durdum. Bu yakadan bakıp duruyordum Adalara ama gitmek kısmet olmuyordu bir türlü.  Kuzenler Nurşen ve Melahat ablalar geldiler de dün Ada yollarına düştük.  Bostancı vapur iskelesinde buluştuk dört kuzen ve birde Meral abla.



             Büyük Ada'da indik.  Hafta içi olmasına rağmen kalabalıktı. Arap turistler çoğunluktaydı.





     Ada sokakların da yürüdük. Bu kiliseyi gezdik. İçerde fotoğraf çekmek yasaktı.



      
                   Atlara üzüle üzüle bir faytona bindik. O atların hüzünlü gözlerine bakmamaya çalıştım. Faytoncu bize anlatıyordu. "Bu  evde şu dizi çekilmiş bu evde  bu dizi çekilmiş." diye.


          

           Sıra balık yemeğe geldi. Pazarlığımızı yapıp oturduk.



          İstanbul'u uzaktan seyrettik. Oh! " Ne iyi ettikte gelmişiz." dedik.

23 Eylül 2011 Cuma

Örgücü Olacağım.



                Dün kurs arkadaşlarımızla  Bostancı Halk Eğitim'de buluştuk. Resim kursuna kaydolacaktık. Nilgün, el örgüsü kursunu görünce "İlle de buna kaydolalım." dedi. Biz de "Haydi olalım madem." dedik. Bundan sonra her perşembe örgü öreceğiz. Ben düz ve hareşodan başka bilmiyorum. Bakalım ne harikalar yaratacağım. Benim mutlaka kalın şiş ve kalın yün kullanmam lazım. O bitmeyen ince yünleri nasıl örerler bilmem. Bizim asıl niyetimiz haftada bir gün evden çıkıp arkadaşlarla beraber olmak. Geçen sene kursa gitmedim bayağı eksikliğini duydum.  Bizim için terapi oluyor, bir yandan bir şeyler üretiyoruz, bir yandan dertleşiyoruz. Bazen hocamız uyarıyor. " Hanımlar kendi aramızda konuşmayalım." diye. Sonra zil çalıyor ve herkes evine...

                Kayıt sonrası istasyon kahvesinde oturduk çay içtik. Kocalarımızdan, çocuklarımızdan bahsettik. Akşama yemeğimiz var mı yok mu? Yoksa ne pişireceğiz gibi önemli bir sorunu da masaya yatırdık.

                Ben dönüşte düdüklü tencere aldım. Evdeki çok eskimişti. Beni korkutuyordu. Hisar marka pırıl pırıl bir tencere aldım. Bugün açılışı yaptım taze barbunya pişirdim. On dakikada pişti. Çok güzel oldu. Şimdi hep düdüklü yemekleri pişiresim var.  Google' a yazdım "Düdüklüde neler pişer?" diye. Kek pişirme tarifi bile var:)) Artık kek de piştikten sonra bütün yemekler pişer herhalde.

                  

17 Eylül 2011 Cumartesi

Ben Geldiiim...




           Ankara'da anne ve babayla özlem giderdiğim, bu yaşta hala şımartılabildiğim, ara sıra hala azarlanabildiğim, sevdiğim yemeklerin yapıldığı ve kanepede uyuya kaldığım da  üzerime pike örtüldüğü bir evdeydim. Baba evindeydim...

           Gittiğimin ikinci günü bir hastalandım. Buna annem pek üzüldü diyemiyeceğim. Çünkü hiç gezemedim. Dizinin dibinde oturdum hep.  Annemlere çok yakın olduğu için biraz yedinci caddede dolandım o kadar.

           Bugün de sevdiğim tren yolculuğuyla evime geldim. Bir kere olsun  Ankara İstanbul'u trenle gidin. Ama bir kere mutlaka. Tamamı hızlı tren olmadan.  Henüz Eskişehir'de klasik trene aktarma yapılıyor. İşte ben onu seviyorum.

           Yerinizi cam kenarından alın. Mümkünse bayram seyran olmasın. Hatta haftasonu da olmasın... Yanınızda müzik çalarınız da olmasın. Trenin o kendine has takırtıları eşliğinde pencereden gelip geçen her tonda yeşili, ağaçları, çiçekleri, mısır tarlalarını, buğday tarlalarını, bazen tepeleri, bazen kıvrılan dereleri, o güzel ve yalnız istasyon binalarını izleyin. Kendinizle sohbete dalın derinden. Zaman geçsin. Akşam üstü birden deniz çıksın karşınıza. Güneş ışıklarını serpmiş olsun denize ve siz onu özlemiş olun.

            Ve İşte İstanbul... Bir kere de böyle gelin...
          

          
           

8 Eylül 2011 Perşembe

Sabah ve Huzur.










            Dün çok güzeldi. Leylak Dalı'nın  İstanbul'a gelişi ve  Hümeyra Cafe'de  blogcularla buluşma. Yazılarından tanıştığımız arkadaşlarımızla yüz yüze sohbet etmek çok güzel ve keyifliydi. Ben ne yazık ki fotoğraf makinamı unutmuşum. Resim çekemedim. Diğer arkadaşlar bol bol çektiler neyse. İkiden altıya kadar oturduk. Keşke sık sık yapsak bunu.

           Bu sabah konca Yalova Motor Festivaline katılmak üzere yola çıktı. Bana da çok asıldı ama ... Hep bir daha ki sefere diyorum ben. Hem yarın Ankara'ya anneyle babaya gidiyorum. Özledim onları da.

           Sabah ev sessizdi.Kızgül'de işe gitmişti. Televizyonu  kapattım ilk iş. Ara sıra yalnız kalmak insana huzur veriyor. Hemen evi toparladım. Çamaşırları makinaya attım. Bulaşıkları yıkadım. Sonra her tarafın derli toplu olmasının hafifliğiyle balkonda kahvaltımı yaptım.

           Şimdi de Küçükyalı pazarına gideceğim. Ne zamandır uğramıyorum. Şöyle bir kolaçan edeyim.

           Biraz da yemek yapıp bırakmam lazım Kızgül'e. Onu da akşama hallederim artık.

           Oh! Yalnızlık hoşuma gitti .  Bizimkiler duymasın.

6 Eylül 2011 Salı

Balkonda Eylül

          










           Balkonuma sonbahar yavaş yavaş sokulmuş, yapraklar kızarmış, hüzün inmiş.

           Her mevsimin farklı güzelliği var. Ama ayların içinde eylül yok mu?

           Doğada ki bütün gözlerin  buğulu baktığı eylül. 

           Yazdan kalan son güneşli günler...
           
           Sabah serinlikleri...

           Uçuşan yapraklar...

           Issızlaşan denizler...

           Erken erken gelen hafif serin akşamlar...

           Bir veda gibi çöker yüreğime eylül.

          


         

2 Eylül 2011 Cuma

Bu Bir Film ve Kitap Yazısıdır...



                 
                  
                   Saatler filmini sinemada izlemiştim daha önce. Sevmiştim çok. Tekrar izlemek istedim. Meryl Streep -kendisini çok severim- Julianne Moore ve Nicole Kıdman oynuyorlar.

                  Film üç farklı zamanda yaşayan üç kadının hikayesini anlatıyor. Kadınlardan birisi Virginia Woolf.

                  "....Bana mümkün olan en büyük mutluluğu yaşattın....İki insanın bizden daha mutlu olabileceğini sanmıyorum." Virginia'nın ölüme giderken kocasına yazdığı mektupla film başlıyor.  Anlaşıldığı gibi birinci kadın Virginia Voolf.  Bitip tükenmeyen ruhsal sorunlarıyla savaşıyor ve ilk romanı Mrs. Dalloway'ı yazıyor bir yandan.

                  20 yıl sonra ikinci kadının hikayesinde Laura mutsuz bir eş ve anne. Elinde okuduğu kitap Mrs. Dalloway. Kitabın etkisinde bazı kararlar alıyor.

                  3.kadın Clarissa günümüzde yaşıyor ve  Mrs. Dalloway'ın  modern bir uyarlaması sanki.

                  Virginia Voolf'u sevenlerin bu filmden  keyif almamaları imkansız gibi geliyor bana...







               Vee İskender'e bugün başladım sonunda.

               " Benim annem iki kez öldü. Onun hikayesinin unutulmasına asla izin vermeyeceğime dair kendi kendime yemin etmiştim ama bu konuda yazacak cesareti ya da şevki bir türlü bulamadım. Ta ki şimdiye kadar..." diye başladı kitap ve hemen beni içine aldı.

               İşte bugünkü faaliyetler bunlar. Tabi çamaşır da yıkadım, yemek de yaptım, yüzmeye de gittim. Hatta spor da yaptım:)))