1 2 3 4 5 Bu kodu kullana

30 Aralık 2011 Cuma

2011'e Veda...



        Kokinalarımı aldım. Onsuz uğurlama ve hoşgeldin olur mu hiç? Çok severim kendilerini. Günler geçer vazolarında kururlar, yine atmalara kıyamam...

        Evet 2011 bitiyor. Kendisini irdelemek, göz gezdirmek istemedim nedense. Öyle bir yıldı işte. Mutluluk da vardı, can sıkıntısı da vardı, keder de vardı. Ama yine de hakkını yemiyeyim. Çocuklarımın,benim,eşimin sağlıkları yerindeydi çok şükür.

        Bu sabah Kızgül biraz hastacık olmuş. Zencefilli nane  limonunu verdim eline. Biraz da nazladım. Hemen iyi oldu.

        Ben evi temizledim, yarın için alışveriş yaptım. Sonra senede bir yaptığım zeytinyağlı yaprak sarması yaptım:))  Bizim yılbaşı menüsü pek değişmez. Salçalı biftek, pilav, patates kızartması, rus salatası zeytinyağlı yaprak sarma... Bu sene tatlı yapma hazır pasta alalım dedi evdekiler. Kendileri bilir. Neler kaçırdıklarının farkında değiller:))





Yılın son günlerinde okuduğum kitap...






Bu da ağacımız olmadığı için ışıklandırdığımız çiçeğimiz.   Umutla bekliyoruz seni 2012. 



26 Aralık 2011 Pazartesi

Her Akşam Tatlı Yemek...



        Hem de hiç vicdan azabı çekmeden yiyorum. Hadi siz de hazırlayın, çok basit. Bir kase yoğurt... İçine biraz meyve doğrayın. Bir tatlı kaşığı susamı karıştırın. Üstüne bal gezdirin ve tarçın serpin. Afiyetle yiyin.

        Tatlı mı? Tatlı.  İçindekiler faydalı şeyler mi ? Evet, çok faydalı hem de...İsterseniz google'a sorun. Bugünlerde akşamları televizyon izlerken götürüyorum .

        "Bu şöyle bol ağdalı kaymaklı tatlının yerini tutmaz." derseniz siz bilirsiniz. Ya kırk yılda bir yersiniz onu ya da tombik olursunuz. Ben karışmam.

   


          Leylak Dalı'cığımın bu yılki  kart etkinliğini çok istememe rağmen babacığım dolayısıyla kaçırdım. Ama Nurşen'ciğim beni unutmamış bu güzel kartla güzel dileklerini yollamış. Beni mutlu etmiş...

          Ben de bütün blog arkadaşlarımın yeni yılını kutluyorum. Sevdiklerinin hep yanında olacağı huzur dolu günler diliyorum.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Yaşadığım Semtden...

   

            Küçükyalı Meydanı sanki bir parçam gibi. Nereye gidersem gideyim "Migros ışıklarda inebilirmiyim?"deyip indiğim yer. Bu kışın ayrı, yazın ayrı , baharda ayrı güzel meydana adımımı attığım anda eve gelmiş gibi hissederim.




        Bazen  can sıkıntısını dağıtmak için, bazen güzel bir güneşin ardına takılıp  huzur bulmak için evdekilere" ben aşağıdayım." deyip çıkıp dolaştığım yerler.



            Buralarda geznipte huzur bulmadığım olmamıştır hiç. Bütün ihtiyaçlarımı bu meydanın çevresinde bulabilirim.



            Uğramadan edemediğim aktarlar, bir milyoncular, yüncüler...



           Manavlar...



              Balıkçılar, balıkçı restaurantları...



              Kedileri insanları havası her şeyiyle  beni sahil kasabasında yaşıyormuş gibi hissettiren bu meydanı çok seviyorum..

17 Aralık 2011 Cumartesi

Evimdeyim...





          Dün evime döndüm. Bir an önce alıştığım hayatıma başlamak istiyorum. Ama zihnimi ara ara anılar bölüveriyor. Sabah annemi aradım. Kaç gündür birlikteydik. "Beni özledin mi ? " dedim özlediğini bilerek.
      
         Yılbaşının yaklaştığını farkettim. Eskiden olsa nasıl da coşku dolardı içime.  Yarın güzel bir temizlik planlıyorum. Her şeyin yeri değişmiş. Artık yerleşmek  zamanı. Bugün market alışverişi ve teyzeme ziyaret var. Beni bekliyordur şimdi.

         Blogları çok özlemişim. Onları okuyacağım bol bol. Şimdi mutfağa girmek akşam için bir şeyler hazırlamak lazım.

12 Aralık 2011 Pazartesi

Babam...




                      Onu iki Aralıkta kaybettik. Sinop'un bağrına bıraktık ve babasız baba evine geri döndük...

                      Hayat tatsız ağır aksak devam ediyor...

27 Kasım 2011 Pazar

Pazar Kahvaltı Keyfi.



             Motor grubuyla Bağdat Caddesi Mado'da kahvaltıdaydık. Sabah Oğul da bize katıldı. Kızgül Hanım ısrarlarımıza rağmen bize katılmadı. Çaylar çok nefisti. Klasik kahvaltımız da sohbet de güzeldi.


             


            Bu güzel, bizim ilk motorumuz. Artık Didem ve Fatih'in motoru.  Neyse yabancıda değil. Sık sık görüyoruz.   



         Tuba'nın ikizlerinin de doğum günüymüş meğer. İyi ki doğmuşlar. Bu nefis pastayı da mideye indirdik.  Kahvaltı faslı öğlene kadar sürdü. Ben biraz yürümek istedim Oğul "Hadi eve gidelim. Ben kanepeyi kapacağım, keyif yapacağım." dedi. Geldik eve. Yeniden çay demledik.  Şimdi gazetemi       okuyacağım. Sonra da mutfağa gireceğim tabi.                                                                                        




                                                                                                                                               




25 Kasım 2011 Cuma

Sahilde Yürüsem...






                Eski resimlere bakarken artık yürüyüş yapmadığımı fark ettim. Ve yürüyüşleri özlediğimi fark ettim.

                Haftada üç gün spora bir gün kursa gitmekten başka şeylere vakit kalmıyor. Günler çabucak geçip gidiyor. Evi düzenlemek, alışveriş, yemek yapmak, kitap okumak, örgü, bilgisayar derken hafta bitiyor.

                Koncayla sahilde yürürdük ne güzel. Şimdi onun dizleri ağrıyor. Bana katılamıyor. Yalnız yürümek de güzel  ama arkadaş da arıyor insan. Hafa sonu tembellik etmeden yürüyeceğim biraz. Bir tembellik var zaten üstümde. Onu üstümden atmam lazım.

                Bugün maaş günümdü. Koncayla  sabahtan çıktık. Maaşı çektik harcaya harcaya geldik. Faturaları ödedik. Markete balıkçıya uğradık.  Evde cüzdanı bir açtım. Paraları bir sayayım dedim. Eyvah! Para düşürmüşüm diye bağırdım. Sonra aldım kağıdı kalemi elime. Harcamaları bir bir yazdım. Ne yazık ki para falan düşürmemişim. Emekli maaşım daha eve gelmeden bitmiş.Nedir bu yaa! Hani maaşlara ayarlama yapacaklardı?

                Çok kızdım çok. Tek maaşla geçinmek zorunda olan, evi barkı olmayan ne yapacak peki?

                Neyse çayım demlenmiş.  Mis gibi sıcak sıcak. Sıcacık bir de kitabım var. Çok eskiden okuduğum. Laura Esquıvel "Acı Çikolata".  Keyfimize bakalım.

                
               


      

              

21 Kasım 2011 Pazartesi

Günün Menüsü...

    




             Bugün ne pişirsem dedim dedim.... Aklıma hiç bir şey gelmedi...  Blogları dolaştım. Ne yemek yapmışlar diye. Olmadı. Spora gittim. Geldim. Aldım telefonu elime. Söyledim lahmacunları komşu lahmacuncuya... İşte günün menüsü. Ev halkı bunu daha çok seviyor zaten.  Ne kendini bu kadar kasarsın be kadın.


    

            Herkes mutlu. Git kitabını oku. Örgü ör.

     


Eskilerden bi şeyler dinle...

17 Kasım 2011 Perşembe

Kurslu, Taze Ispanaklı, Ortalık Toparlamalı Bir Gün.



                  Sabah hava yağmurlu diye örgü kursuna Konca bıraktı beni. Kırmızı boleroma başladım hevesle. Hatta arkası bitti. Altı numara şişle örüyorum. Bitince burada yerini alacak. Örgü örmek beni çok dinlendiriyor. Kursa gitmesem evde öremem ama. Başlarım durur bir köşede. İnşallah örme alışkanlığı edinirim. Daha sonra etek örmek istiyorum. Kitap ayracı  örmek de kafamda var. Du bakalım.

                  Öğlen tatilinde kebapçıya gidiyoruz Nilgün'le. Hayır kebap yemedik. Biz mercimek çorbası içiyoruz sıcak pideyle. Ben birde üstüne yoğurt yiyorum bir kase. Çok doyurucu oluyor. Her perşembe öğlen menümüz bu.

                  Kurs çıkışı akşam için balık alayım dedim önce. Baktım balıkçılar çok kalabalık. Konca pazara giderim demişti. Artık bir sebze pişiririm.

                  Bizim pazar perşembe günleri.   Kurs yüzünden gidemiyorum. Pazarın yeşil yeşil ıspanaklarını, çıtır çıtır pırasalarını, sulu elmalarını özledim. Market pazarın yerini tutmuyor.

                  Kapıyı açınca antrede pazar poşetleri karşıladı beni. Öylece duruyorlardı . Beni bekliyorlardı zaar. Hemen üstüme eşofmanımı geçirdim. Doğru mutfağa. Bir yandan pazar malzemelerini yerleştirdim bir yandan taptazecik ıspanakları ayıkladım yıkadım.

                   Bu arada mutfak batmıştı. Ispanaklar pişe dursun. Ben mutfağı silip süpürüverdim. Ne olacak elime mi yapışır? Sonra banyoya çeki düzen veriverdim. Kapanmamış ve hiç bir zamanda kapanmayacak diş macunu kapaklarıyla söyleştim biraz. Aynaya sıçramış diş macunu damlacıklarına ayrı söylendim.

                    Yaa! Bugün bana aitti yaaa!



              
         

12 Kasım 2011 Cumartesi

Çantamı Ben Ördüm...



                    Örgü kursunda yaptığım ilk eserim. Eh fena da olmadı ama değil mi? Yazın koluma takıp gezeceğim onunla.

                    İkinci eserim kırmızı kısa bir hırka olacak. Ceket havasında olsun istiyorum. Bugün çıkıp yün alacağım. Tatlılar tatlısı hocam da bana örnek getirecek haftaya. Başladığı işleri genel de   yarım bırakan ben kurs sayesinde bir şeyler yapacağım galiba.

                    Sabahın yedisinde oğulun kocaman sesiyle uyandım. Dalış grubuyla Kaş'a gitmişti. Neyse kazasız belasız geldi. Bu çocuğun hobileri hep beni merak ettirecek cinsten. Aman paraşütle atlamaya kalkmasa bari. Neyse yükseklik korkusu var onu yapamaz herhalde...

                    Babası kaşarlı omletini yaptı. Çay da demlendi. Kocaman bir kaktüs getirmiş.



                Birde bu anfora parçasını çıkarmış denizden. Bir benzerini de yıllar önce Konca çıkarmıştı. Hala büfemizde durur.

                Oğul yorulmuş kanepeye kıvrılmış uyuyor. Ben de çıkıp markete ve balıkçıya uğrayayım. Akşam için bir şeyler alayım bari. Kırmızı yünümü de alacağım.


               

8 Kasım 2011 Salı

Bayram Kareleri.




            Birinci gün  sabah erkenden kalktım. Arife günü yetiştiremediğim laz böreğini yaptım. Ortalığı toparladım. Sonra yukarıdaki dumanı tüten kahveyi pişirdim kendime.






             Bu Oktay Usta usulü pişirdiğim laz böreğinin fırından çıkmış hali.  Hazır baklava yufkasından yapılıyor. Kısaca anlatayım. Önce 2 bardak şeker ve 2 bardak suyla şerbet hazırlıyorsunuz. O soğurken siz on dört adet baklava yufkasının yedisini aralarını yağlayarak tepsiye döşüyorsunuz. Yedi yüz elli gram süt, beş çorba kaşığı un, bir buçuk su bardağı şekerle bir muhallebi pişiriyorsunuz. Birazcık soğuyunca yufkaların üstüne döküp diğer yedi adet yufkayı yağlayarak tepsiye seriyorsunuz. Üstü kızarınca şerbetini döküyorsunuz. Dilimleyip afiyetle yiyorsunuz.

            Öğleden sonra teyzemlere ziyarete gittik.



               Dün Koncanın dayısına ziyarete gittik. Küçükyalı- Levent arasını iki buçuk saatte alabildik. Keşke motorla gitseydik. Aralardan kayıp giderdik. Ben de camdan gördüklerimi resimledim.




                Köprüye ulaştığımızda sabrımızın da  sonuna ulaşmıştık.




      


          

            Neyse sevdiklerimizin ziyaretini başarıyla tamamlayabildik. Bu yukardaki, evin şirin köpeği Çerez. Çok şirin çok.

            Bu bayram ne misafir geldi ne şeker toplayan çocuklar kapımızı çaldı. İki gün bayramlık giydim. Yeter. Kotumu geçirdim ayağıma her günkü gibi.

           Çıkıp biraz yürüyeyim diyorum bugün.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Bayram Telaşı



           Bugün yapılacak iş çok. Ben hala ortalıkta dolanıyorum. Temizlik yapılacak, yemek yapılacak. Kızgül laz böreği istedi . O yapılacak. Kuaföre gidilecek, alışveriş yapılacak. Cek cek cak... Neyse akşama kadar hallederiz..

          Oğul dün akşam Kaş'a gitti. Dalış yapacaklarmış. Daha yolda. Konca baktı ki bugün iş çok usul usul kaçtı dışarı. Aman aman daha iyi...  Ben de önce dostların bayramını kutlamak istedim.

          Her günümüz bayram havasında geçip gitsin huzur ve sağlıkla...

2 Kasım 2011 Çarşamba

Anne Baba, Dost Kitabevi Ve Dönüş



           Baba pek iyi değil. Zaten iyi değildi de...  Daha bir kötü oldu sanki. Annem çok kötü değil dese de ani bir kararla Ankara'ya yollandım. Bir kere daha göreyim istedim. Kızgül'üm beni yalnız bırakmadı. Birlikte gittik.

           Babam sürekli uyuyor. Annem uyandırıp yemeğini yediriyor. Annem ne verirse yiyor ne yediğini bilmeden. O artık hep yatakta. Haftada iki gün dialize gidiyor.

           Kızgül'le Dost kitabevine gittik. Acı Çikolata'yı okumuştum daha önce. Bende yoktu. Görünce dayanamayıp aldım. Bunun dışında hep evdeydim. Kuzenler falan geldiler...

           Biraz önce eve geldim. Blog dünyasını özlemişim. Hemen bir iki satır yazayım dedim. Şimdi hepinizi okuyacağım. Yeni geldiğim için torpilliyim. Konca yemekleri hazırlıyor. Birazdan oğul gelecek...

23 Ekim 2011 Pazar

Bana Ait Bir Gün



          Önce kimse yokken temizlik yapayım dedim. Sonra boşver dedim kendi kendime. Yarın yap veya yarından sonra yap. Bir zorunluluk mu var sanki. Bugünü kendime hediye ediyorum.

          Konca sabah erkenden motor grubuyla Çatalca'ya balık yemeğe gitti. Kızgül dersanede. Bugün son günü. Oğul dalış kursunda. Yassıada'da dalacaklarmış. Oda uğramaz.

          Konca sabah erkenden doldurmuş çayı demliğe. Kapkara olmuş. İlk iş taze çay demledim kendime mis gibi. Ortalığı topladım . Göz zevkim bozulmasın. Buzluktan şinitzel indirdim akşam için. Pilavımda var. Mutfakla ilişkime biraz ara verdim bugün. Öğlende biraz hafif birşeyler atıştırırım belki okadar.

         Gazete çay keyfine oturmadan önce annemi aradım. İyilermiş. İyilermiş derken değişiklik yok demek istiyorum. Babam artık iyice yatağa bağımlı oldu.

         Biraz sonra  giyinip çıkacağım. Dışarda güneşli bir sonbahar günü var beni bekleyen. Denizi özledim. Belki deniz kenarında yürürüm. Telaşsız, huzurlu, ayaklarımın beni sürüklediği yere doğru.   

     

          Resim:  Füsun Ürkün   

        
        

18 Ekim 2011 Salı

İyiyim.





         Otuz dakika yürüdüm. Bir otuz dakika aletli egzersiz. Üstüne yirmi dakika yüzdüm. İyiyim. Sonra cafede bir cam kenarı. Camın hemen dibinde mazılar. Başını biraz kaldırınca üç tane sararmış yapraklı çınar ağaçları. Başını biraz daha kaldırınca e5 kara yolu. Kamyonlar otobüsler ambulanslar geçiyor. Neyseki sesleri bana ulaşmıyor. Hava yağmurlu.

         Bugün Pinhani dinliyorum kahvemin eşliğinde.  Düşünceler doluyor kafama. Bazıları kaçıp gidiyor. Bazılarını ucundan yakalıyorum. Bazılarını düzenliyorum.

         Hava yağmurlu ya taksi yok. Kapşonumu geçirip başıma dolmuşa kadar yürüyorum. BİM e uğrayıp badem ve neskafe alıyorum.
        
         Sonra sıcak ev. Fırında kıymalı börek pişmekte. Elimde yeşil çayım....

13 Ekim 2011 Perşembe

Çanta Örüyorum.




               Çocukluğumdan beri elime tığ almamıştım. Başladığım hiç bir tığ işini de bitirmemiştim. Bugün kursta  makrome ipinden çanta örmeye başladım. Öğretmenimiz çok tatlı anlayışlı bir hanım.

               Çanta tabanı sık iğne örüldü. Etrafı döne döne motiflerle örülecek. Sonra astarı dikilecek. Sapı örülecek. Oooo! daha çok işi var. Ama hoşuma gitti. Onca saat hanım hanım oturup ördüm. Gıkım çıkmadı. Bakalım ne zaman bitecek.

               Teneffüs zili çalınca koştura koştura çaycı hanımın yanına gidip çay içtik. Diğer sınıfları gezdik,yaptıklarına baktık. Öğlen tatilinde yemeğe çıktık.

                Bir ara Kızgül aradı. Bahçeşehir Ünüversitesine kaydını yaptırmış pedagojik formasyon için. Çok sevindim. Kızgülüm çok istiyordu. Devlete öğretmen olarak atanabilmesi için bu eğitimi alması şarttı.

                Dershanedeki işinden ayrılıp bir sene daha öğrenci olacak yeniden. Hayırlısı...

                Kurs çıkışı teyzeme gittim biraz. Onun evine çok yakın çünkü. Sonra koştura koştura eve dönüş ve doğru mutfağa... Akşam ıslattığım kuru fasulyeleri düdüklüye attım. Yanına bir pilav. Biraz sonra oğulda geldi. Kızgülde pastasını alıp gelmiş.  Sofra kur kaldır,oğulu yolcu et... derken bu saat oldu işte...


          

 

9 Ekim 2011 Pazar

Pazar Sabahı.



     Yağmurlu bir sabah...




Sabah çayım...




    Balkonda çiçeğim...




  Ve yeni kitaplarım...

7 Ekim 2011 Cuma

Dünkü Ben...



             Dün sabah erkenden kalktım. Kahvaltı bile yapmadan örgü kursuma gitmek üzere evden çıktım. Özgül Pastanesine uğrayıp kahvaltı yaptım.Her zaman kalabalık olurdu burası  kursiyerlerle dolup taşardı.

            Okula gittim kapı duvar. Meğer İstanbul'un Kurtuluşu dolayısıyla bizim kursta kapalıymış. Bir bozuldum. Çanta örmeye başlayacaktık güya. Tığımı makrome ipimi almışım.

            Çok yakında oturan kuzeni aradım. "Aaa sana haber vermedik mi? Vah vah!" dedi. Bende "Ceza olarak sana geliyorum çayımı hazırla" dedim.

            Zavallılar eşiyle daha yeni kalkmışlar. Çayımı verdiler elime. Kediyi mıncıkladım biraz... Sonra diğer kuzenleride alıp Bağdat Caddesinde yürüme kararı aldık. Bol bol yürüdük. Mola verip sıcacık tavuk çorbası içtik. Yürüyerek Bostancı'ya geldik. Orda da bir cafede oturduk.

            Eve geldim. Akşam Validebağ Öğretmen Evinin bahçesinde motor  grubu toplantısı vardı. Hani Şu Hababam Sınıfı'nın çekildiği köşk. Adı da Adile Sultan Kasrı olmuş. İşte orada. Önce duş alıp kuaföre gittim. Akşam yedide motora atlayıp gittik. Çok kalabalıktık. Müzikte vardı. Motorcular coştular. Bol bol oynadılar. Konca da bol bol resim çekti. Köşk kapalıydı. İçini gezemedik. O kadar kalabalık içeri girseydik yıkılırdı herhalde.

            Biz karışık ızgara salata ve bira aldık. Izgaralar çok güzel hesap çok uygundu. Yeni motor olan bir arkadaş da baklava ikram etti. Sonra mutlu mesut eve döndük.
          

3 Ekim 2011 Pazartesi

Hüzünlüyüm...




             Yıllar önce gencecik bir orman mühendisi babam ve on sekizinde hamile eşi annem arazideler. Yanlarında annanem de var.  Doğuma onbeş gün var hesaba göre. İki üç güne kadar Ankara'ya dönecekler.  Bulundukları yer köy bile değil. En yakın köye bir saat mesafede.

              Acelecide değilim ama dünyaya gelmeye karar veriyorum. Annem sancılanıyor. Köye gece bekçisini yolluyor babam. Atla gidip bir ebe bulacak. Ama onlar geldiklerinde ben doğmuşum. Gelen kadın evdeki makasla göbeğimi kesmiş. Bana bunları masal gibi anlatırlardı. Ben anne olunca anlayabildim annemin yaşadıklarını. Dağbaşında onsekizinde kendi kendine doğum yapmak hem de ilk doğumunu...

             Bugün benim doğum  günüm. Artık doğum günlerinde hüzünlü olacak yaştayım.

28 Eylül 2011 Çarşamba

Sonbaharda Ada...



         Bütün yaz adaya gitmeyi istedim durdum. Bu yakadan bakıp duruyordum Adalara ama gitmek kısmet olmuyordu bir türlü.  Kuzenler Nurşen ve Melahat ablalar geldiler de dün Ada yollarına düştük.  Bostancı vapur iskelesinde buluştuk dört kuzen ve birde Meral abla.



             Büyük Ada'da indik.  Hafta içi olmasına rağmen kalabalıktı. Arap turistler çoğunluktaydı.





     Ada sokakların da yürüdük. Bu kiliseyi gezdik. İçerde fotoğraf çekmek yasaktı.



      
                   Atlara üzüle üzüle bir faytona bindik. O atların hüzünlü gözlerine bakmamaya çalıştım. Faytoncu bize anlatıyordu. "Bu  evde şu dizi çekilmiş bu evde  bu dizi çekilmiş." diye.


          

           Sıra balık yemeğe geldi. Pazarlığımızı yapıp oturduk.



          İstanbul'u uzaktan seyrettik. Oh! " Ne iyi ettikte gelmişiz." dedik.

23 Eylül 2011 Cuma

Örgücü Olacağım.



                Dün kurs arkadaşlarımızla  Bostancı Halk Eğitim'de buluştuk. Resim kursuna kaydolacaktık. Nilgün, el örgüsü kursunu görünce "İlle de buna kaydolalım." dedi. Biz de "Haydi olalım madem." dedik. Bundan sonra her perşembe örgü öreceğiz. Ben düz ve hareşodan başka bilmiyorum. Bakalım ne harikalar yaratacağım. Benim mutlaka kalın şiş ve kalın yün kullanmam lazım. O bitmeyen ince yünleri nasıl örerler bilmem. Bizim asıl niyetimiz haftada bir gün evden çıkıp arkadaşlarla beraber olmak. Geçen sene kursa gitmedim bayağı eksikliğini duydum.  Bizim için terapi oluyor, bir yandan bir şeyler üretiyoruz, bir yandan dertleşiyoruz. Bazen hocamız uyarıyor. " Hanımlar kendi aramızda konuşmayalım." diye. Sonra zil çalıyor ve herkes evine...

                Kayıt sonrası istasyon kahvesinde oturduk çay içtik. Kocalarımızdan, çocuklarımızdan bahsettik. Akşama yemeğimiz var mı yok mu? Yoksa ne pişireceğiz gibi önemli bir sorunu da masaya yatırdık.

                Ben dönüşte düdüklü tencere aldım. Evdeki çok eskimişti. Beni korkutuyordu. Hisar marka pırıl pırıl bir tencere aldım. Bugün açılışı yaptım taze barbunya pişirdim. On dakikada pişti. Çok güzel oldu. Şimdi hep düdüklü yemekleri pişiresim var.  Google' a yazdım "Düdüklüde neler pişer?" diye. Kek pişirme tarifi bile var:)) Artık kek de piştikten sonra bütün yemekler pişer herhalde.

                  

17 Eylül 2011 Cumartesi

Ben Geldiiim...




           Ankara'da anne ve babayla özlem giderdiğim, bu yaşta hala şımartılabildiğim, ara sıra hala azarlanabildiğim, sevdiğim yemeklerin yapıldığı ve kanepede uyuya kaldığım da  üzerime pike örtüldüğü bir evdeydim. Baba evindeydim...

           Gittiğimin ikinci günü bir hastalandım. Buna annem pek üzüldü diyemiyeceğim. Çünkü hiç gezemedim. Dizinin dibinde oturdum hep.  Annemlere çok yakın olduğu için biraz yedinci caddede dolandım o kadar.

           Bugün de sevdiğim tren yolculuğuyla evime geldim. Bir kere olsun  Ankara İstanbul'u trenle gidin. Ama bir kere mutlaka. Tamamı hızlı tren olmadan.  Henüz Eskişehir'de klasik trene aktarma yapılıyor. İşte ben onu seviyorum.

           Yerinizi cam kenarından alın. Mümkünse bayram seyran olmasın. Hatta haftasonu da olmasın... Yanınızda müzik çalarınız da olmasın. Trenin o kendine has takırtıları eşliğinde pencereden gelip geçen her tonda yeşili, ağaçları, çiçekleri, mısır tarlalarını, buğday tarlalarını, bazen tepeleri, bazen kıvrılan dereleri, o güzel ve yalnız istasyon binalarını izleyin. Kendinizle sohbete dalın derinden. Zaman geçsin. Akşam üstü birden deniz çıksın karşınıza. Güneş ışıklarını serpmiş olsun denize ve siz onu özlemiş olun.

            Ve İşte İstanbul... Bir kere de böyle gelin...
          

          
           

8 Eylül 2011 Perşembe

Sabah ve Huzur.










            Dün çok güzeldi. Leylak Dalı'nın  İstanbul'a gelişi ve  Hümeyra Cafe'de  blogcularla buluşma. Yazılarından tanıştığımız arkadaşlarımızla yüz yüze sohbet etmek çok güzel ve keyifliydi. Ben ne yazık ki fotoğraf makinamı unutmuşum. Resim çekemedim. Diğer arkadaşlar bol bol çektiler neyse. İkiden altıya kadar oturduk. Keşke sık sık yapsak bunu.

           Bu sabah konca Yalova Motor Festivaline katılmak üzere yola çıktı. Bana da çok asıldı ama ... Hep bir daha ki sefere diyorum ben. Hem yarın Ankara'ya anneyle babaya gidiyorum. Özledim onları da.

           Sabah ev sessizdi.Kızgül'de işe gitmişti. Televizyonu  kapattım ilk iş. Ara sıra yalnız kalmak insana huzur veriyor. Hemen evi toparladım. Çamaşırları makinaya attım. Bulaşıkları yıkadım. Sonra her tarafın derli toplu olmasının hafifliğiyle balkonda kahvaltımı yaptım.

           Şimdi de Küçükyalı pazarına gideceğim. Ne zamandır uğramıyorum. Şöyle bir kolaçan edeyim.

           Biraz da yemek yapıp bırakmam lazım Kızgül'e. Onu da akşama hallederim artık.

           Oh! Yalnızlık hoşuma gitti .  Bizimkiler duymasın.

6 Eylül 2011 Salı

Balkonda Eylül

          










           Balkonuma sonbahar yavaş yavaş sokulmuş, yapraklar kızarmış, hüzün inmiş.

           Her mevsimin farklı güzelliği var. Ama ayların içinde eylül yok mu?

           Doğada ki bütün gözlerin  buğulu baktığı eylül. 

           Yazdan kalan son güneşli günler...
           
           Sabah serinlikleri...

           Uçuşan yapraklar...

           Issızlaşan denizler...

           Erken erken gelen hafif serin akşamlar...

           Bir veda gibi çöker yüreğime eylül.