1 2 3 4 5 Bu kodu kullana

31 Aralık 2010 Cuma

Kokinalarımı Aldım Soframı Kurdum.




           Artık gelebilirsin  sevgili 2011 .  Mumları da yaktım. Soframı kurdum.

           Menü geçen yıldan farklı değil. Ne yapalım istekler doğrultusunda hazırlandı. Salatalar,salçalı biftek, pilav, zeytinyağlı yaprak sarma ( Kendisini senede bir yapıyorum : ))) )   kaymaklı ayva tatlısı. Geri kalan hazır atıştırmalıklar.






     Bu sabah erkenden mutfağa girdim. Kızgül arkadaşıyla buluşmak üzere çıktı. Sofrayı kurmakta bana kaldı.

     Akşama  Oğul' da Kızgül'de gelecek. Oğul sonra arkadaşlarıyla buluşacakmış.

     Yenilecek içilecek. Derken yeni yılı karşılayacağız. Ben camları balkon kapılarını açacağım. Eve yeni yıl havası dolsun diye. Birbirimize söylemesekte kayınvalide ve kayıpederi düşüneceğiz. Eski yılbaşılarda olduğu gibi birlikte olsaydık diye aklımızdan geçireceğiz. Emel annem mutlaka o güzel ekmek kadayıfından yapardı bize. Nur içinde yatsınlar.

28 Aralık 2010 Salı

2010' a Veda






               Evet az kaldı. Artık 2010'da anılar rafa kalkacak. Ben kendisinden memnundum. Önemli  kayıplar, ciddi sağlık sorunları yaşamadım çok şükür. Ufak tefek şeyler dışında huzurlu bir yıl oldu doğrusu.

               Ama gözüm 2011'de. Yeni başlangıçlar insanı çekiyor. Umutlarımı hayallerimi yükledim ona. Bekliyorum bana getirmesini.





              

         

25 Aralık 2010 Cumartesi

Yağda Yumurta




           Dün akşam televizyonda Kavak Yelleri'ni izliyordum. Mutfakta omlet yapma sahnesi beni kötü yaptı. Canım nasıl yağda yumurta istedi. İki gözlü, kırmızı biberli.

           Gecenin o saatinde. Dur dedim kendime. Sabaha ne kaldı şurda.  Tabi sabah ilk işim bu oldu. Bandıra bandıra yedim. Ama sanki akşam ki gibi canım istemedi. O anda yiyecektim ki.

          

           Öğlene de pırasa kavurması yaptım. Bunu da çok severim. Pırasalar küçük küçük doğranıyor. Biraz ince körpe pırasalardan olacak. Sarımsak soğanla bir güzel kavuruyorsunuz. Salça ve baharatlarını koyuyorsunuz. Ben sumakta koydum. Suyunu çekince çok az sıcak su ilave edip altını iyice kısıyorsunuz. Pişince sıcak sıcak yiyorsunuz. Afiyet olsun.

23 Aralık 2010 Perşembe

Beyoğlu'nda





            Kuzen  Kadıköy Belediyesi'nin düzenlediği Dünya Müzikleri Korosu'nda çalışıyor. Dün akşam Santa Maria Draperis kilisesinde noel şarkılarından oluşan bir konser verdiler. Bizde davetliyiz tabi.

            Erken çıktık yola. Beyoğlu'nu özlemiştim.



          İstiklal Caddesi'nde yürüdük hava kararana kadar. Yilbaşı ışıkları yandı sonra.




Işıl ışıl oldu İstklal Cadde'si.




       
          Sokak şarkıcılarını dinledik.





          Çiçek Pasajı'nda mola verdik.






           Baktık konsere zaman var. Sent Antuan kilisesini gezmeye karar verdik.




            Hayatımda gördüğüm ilk kilise. Huzurlu bir yerdi. Rahatça girilip ihtiyaç duyduğunda dua edebilmen beni etkiledi. Bizler camiye hep çekinerek gireriz. Kadınlardan bahsediyorum. Şimdi namaz zamanı, başım açık, şimdi olmaz, hoş karşılanmaz diye diye...






        Sonra Santa Maria kilisesine gittik. Güzel bir konser izledik. Çok kalabalıktı. Kuzeni çekemedim. Yorulmuşuz. Eve gelince anladım.

18 Aralık 2010 Cumartesi

Bir Kitap Bir Kart

     

         Her sabah uyandığım da ilk iş camı açıyorum. Derin bir nefes alıyorum ve şükrediyorum.





Bu sabah yıllar önce okuduğum  Sevgi Soysal'ın Yenişehir' de Bir Öğle Vakti'ne başladım. Aynı tadı alacağımdan eminim.




Sonra; posta kutumda ilk yılbaşı kartımı buldum yıllar sonra. Sanat Notları'ndan gelmiş.

Sevgili Leylak Dalı sayesin de bu güzellik. İkinize de teşekkürler.




16 Aralık 2010 Perşembe

Yağmurlu Bir Gün.



                Yağmurlu bir gün deyince insanın burnuna hüzün kokusu geliyor. Sanki böyle günlere cıvıl cıvıl bir neşe yakışmazmış gibi.



       
               Biz de babadan kalma 74 model Renault'muza atladık,Bağdat  Caddesine gittik. Yilbaşı süslemeleri yapılmış  her yer ışıl ışıl.

          
      


            Vakko çok görkemli duruyordu.




            Sahil yolundan eve dönerken bu şarkı takıldı dilime...




        








15 Aralık 2010 Çarşamba

Gençlerle...





         Dün gece Kadıköy Buddha Bar'daydık. Konca Motosiklet Festivalinde tanışmış orada rock müzik yapan gençlerle. Ne zamandır onları dinlemeye gitmeyi istiyorduk.






            Hoş bir geceydi. Onlar çalıp söylediler. Biz zevkle dinledik. Tabi bizim yaşımızda kimseler yoktu. Ama yadırgamadılar bizi"Bunların burada ne işi var?" gibilerden. Hatta Konca'nın genç arkasaşlarından biri kulağıma eğildi. "Sizinki gibi bir ilişki hayal ediyorum" dedi.

            Hoşuma gitti tabi. Eee! Biz aşk evliliği yaptık. Biz de zamanında neler yaşadık bilmiyorlar. Bugünkü huzurumuz öyle şık bir tabak içinde önümüze gelmedi. Kızgınlıklar, hayal kırıklıkları, yanlış anlamalar...

            Ama bir şey var ki biz vazgeçmedik. Önce ben çok "son bir şans daha" verdim. Sonra Konca çok özveri ve gayret gösterdi. Hala da gösteriyor.

            Gençlere bakıyorum,birbirlerinden emeklerini esirgiyorlar. Belki de bu yüzden kolay vazgeçiyorlar.

            Şimdi Konca'yla huzurluyuz ve en önemlisi arkadaşız. Bunu da yaşadıklarımızdan öğrendiklerimize borçluyuz. 

11 Aralık 2010 Cumartesi

Kış Küt Diye Geldi.

 


           Dün başladı yağmur ve soğuk. Bugün de ara ara sulu kar var. Dışarı çıkasım yok.  Çayımı alıp cam kenarına gidiyorum, kitabımı okuyorum, dışarıyı seyrediyorum. Böyle havalarda ev bana çok çekici geliyor.

           Oh! İşe gitmek, telaşla koşturmak zorunda   değilim. Ama Akşama yemek ayarlamak zorundayım. Kızgül acıkmış gelir "Ne pişirdin anniş?" diye. Bugün hafta sonu.Oğul da gelir yemeğe. Evde de damla bir şey yok pişirecek. Market yolu göründü bana. Miskinlik yapacaktım halbuki.

           Babası bu sabah Kızgül'e kahvaltı hazırlamış ben uyurken.  Sabahın yedisinde bir güzel kahvaltı yapmış bizim ki. Tembellikten gevrekle sütü karıştırıp gidiyor işe her sabah. "Sabah sabah bir şey yiyemiyorum." diyor. Hazır bulunca nasıl yiyorsun Kızgül hanım?  Canım. Çok da yoruluyor kıyamam. Dersanede çalışmak çok yorucu gerçekten. İlk günler sesi kısıldı öğretmenimin. Neyse şimdi düzeldi. Ama çalışmaktan mutlu.

          Ben de emekli olmaktan çok mutluyum valla. 

8 Aralık 2010 Çarşamba

Piyangodan Yeşil Çıktı.




            Konca  kaç aydır ağrıyan bacağına baktırmaya nihayet karar verdi. Erenköy  Fizik Tedavi Hastanesi'ne randevu aldık.

             Öğlene doğru yola çıktık. Bizim suratlar asık biraz. İnadına da  gülümseyen bir güneş tepemizden bize bakıyor.

              Hastane eski bir köşkün bahçesine kurulmuş.



             Her taraf yemyeşil. Hiç beklemiyorduk. Sıkıcı bir hastane ortamıyla karşılaşacağız derken mis gibi ağaçlar, çiçekler, güneş bizi sarıp sarmaladı.


        

          Konca resmi çekerken "Gülümse." dedi. Zaten içim gülüyordu.

          Muayenemiz öğleden sonraya kaldı. Hiç dertlenmedik. Önce kantinde sandviç yedik, çay içtik.

        


           Sonra  bahçede turlamaya başladık.

  


        Derin derin nefes aldık. Koncanın muayenesi oldu. Film çekildi. Ortopediye gözükmemizi tavsiye etti. İlaç yazdı. Önemli bir şey yok yani. 

      

6 Aralık 2010 Pazartesi

Uyuyakalmışım.




        Bu sabah 11.00'da Hülya'ya kahveye gitmek için sözleşmiştik kuzenle. Rüya görüp duruyordum.Daha doğrusu kabusumu görüyordum. Emekli olduktan sonra gördüğüm kabus hep aynı.Bankada çalışıyormuşum,vergileri yatırmayı unutmuşum.Sıkıntı içinde koşturup duruyorum.  Eskiden çocukları kaybederdim, bağırırdım sesim çıkmazdı. Şimdi onlar büyüdü ya bu kabusu görmüyorum.

       Neyse vergiler diye koştururken bir uyandım ki saat 11.00. Şaşırdım. Hemen fırladım, hızlı çekim giyindim, kahvaltı yaptım. Konca da şaşkın şaşkın bana bakıyor. Neyse yarım saat içinde kuzenin kapısındaydım. Koştura koştura gittik Hülya'ya.

       Oturduk,kahvelerimizi içtik, fal baktık. Bu kahve işi hoşuma gidiyor benim. Öyle uzun uzun oturmuyorsun. Hem hasret gideriyorsun sevdiklerinle, hem deli gibi yiyip içmiyorsun, hem de ev sahibi komaya girecek kadar yorulmuyor.

      Oradan çıkışta teyzeme gittik kuzenle. Onlar da mutlu oldular. Eve gelir gelmez hemen mutfağa girdim akşam yemeği hazırlamaya.

     Oğul bizdeydi. Konca salona yayılmış yeni bir model gemi yapmaya başlamış. Yandık. Ev günlerce toz içinde kalır artık. Bitince çok güzel oluyor tabi ;ama çok dağınıklık oluyor. Salon atölyeye dönüyor.dayanamayıp dır dır yapıyorum. Sonra da kendime kızıyorum. Ne yapsın adamcağız, hobilerini de yapmasın mı?

      Ona istediği gibi çalışacağı bir oda lazım aslında. Yapsın orda boy boy gemiler,ahşap evler, bıçak sapları... Değil mi ama?

3 Aralık 2010 Cuma

Bugün Hasta Değilim İşte...

       




               Kaç gündür gribim. Geçiyor gibi oluyor yine tekrarlıyor. Bugün dışarı çıkmayı kafama koymuştum. Bu sabah artık burnum akmıyormuş, başım sepet değilmiş gibi davranmaya karar verdim.

               Önce hafif bir egzersiz yaptım. Gazeteler, çay faslı, kahvaltı derken öğlen olmuş. Öğlen yemeği için mutfağa girdim. Baktım etli dolma tam akşama yetecek kadar. Hiç ellemedim, şimdi yemekle uğraşmayayım diye. Yanına pilav yaparım, akşamı kurtarırız. Ben zaten problemli değilim yemek hususunda. Kırmızı biberleri yağsız tavada öldürdüm biraz zeytinyağıyla. Üstüne sarımsak, kekik, toz biber... Makarnanın yanına koydum. Bir tane haşlanmış yumurta da doğradım. İşte nefis öğle yemeğim hazır.

               Konca'ya sordum."Bugün bir yerlere gidelim mi?"diye. Hava yaz gibi. Ben yürüyüş düşünmüştüm ama Konca "Optimum'a gidelim bana bir şeyler bakalım" dedi.

               Motora atladık. Önce heyecan yaptım biraz. Binmeye binmeye unutmuşum.  Biraz sonra alıştım 
E-5'te uça uça gitmeye.

               Önce portakal nar suyu ve zencefilden oluşan vitaminimizi içtik. Konca'ya bir pantolon, bir mont aldık.  



           


          Ben de bu elbiseyi buldum. Fiatı 9.90 TL. Çok ucuz geldi dayanamadım. Hatta denemeye bile üşendim. Eve gelince giydim.

         Sonra birer kahve içtik . Dönüşte trafiğe yakalandık. Konca aralara girdi biraz.Sanki bir yere yetişeceğiz. Ben de gerildim tabi. Neyse...

     

1 Aralık 2010 Çarşamba

Ağacım.

      



                  Gelin ağacım yapraklarını dökmüş. Hüzünlü hüzünlü yaklaşan kışa bakmakta. Ben sana günde bir kaç kez penceremden bakıyorum merak etme. Görkemli yaprakların çiçeklerin olmasa da.

27 Kasım 2010 Cumartesi

Dinliyorum.


Mary Hopkin -Those Were The Days

  

       Bu güzel şarkıyı bana hatırlattığın için teşekkürler Asuman.  Çayımı aldım bir kaç keredir dinliyorum. Eski günlere uzanıyorum. Bugün sanki pazar gibi. Tembel tembel oturuyorum.

      Ben en iyisi çıkıp biraz dolaşayım.

25 Kasım 2010 Perşembe

Gün Böyle Başladı.




            Bu sabah sırtımın yarısı ve boynum tutulmuş kalktım. Vücudumu bir bütün olarak döndürebiliyorum. Off! Çok kötü. Hafiften bir kırıklıkda var.
           

            Ama yine de hafif bir egzersiz yaptım. Hastalığı hiç sevmiyorum. Eve kapanmak çok zor geliyor. Konca da grip kaç gündür. Atlatamadı, öksürüp duruyor. Doktora gidelim diyorum.  "Geçti artık" diyor ama geçmiyor işte. Bu erkekler neden doktordan bu kadar korkarlar? Ne zaman doktora gitsem gelenler hep kadın,tek tük erkek var.


            Neyse. Düdüklüye kereviz, havuç, patates, soğan, mercimek attım. Pişmekteler. Sonra bilienderden geçireceğim. Un kavurup karışıma ilave edeceğim. Mis gibi sebzeli mercimek çorbam hazır.


            Öğleden sonra da pazarı dolaşacağım. Ne zamandır gitmedim. Özlemişim. Sırtımı düşünmemeye çalışacağım. Konca da iyileşse artık yürüyüşe çıksak.

21 Kasım 2010 Pazar

Bayram Bitti





            Dün dönüş yolundaydım Ankara'dan. İzmit'te trafik bir tıkandı,bir tıkandı ki sormayın. Neyse bir buçuk saat rötarla evime ulaştım. Bayramı evde geçirmeyi seviyorum. Ama annem ve babamı sevindirmek istedim. İyi ki gitmişim. Mutlu oldular. Babam bayağı iyi.  Evin içinde yürüyebiliyor. Gözü hep annemde. Annem biraz odadan çıkmasın. Hemen panikliyor babam. Onun küçük çocuğu gibi olmuş. Ben dönerken de "Ne çok geziyorsun, otursana evinde,gitme bir yere." diye sitem etti. Beni hep orada oturuyorum zannetti. Ayrı evim olduğunu, torunlarını unutmuş.  Ama görünce herkesi hatırlıyor. "An"ı yaşıyor artık o. Geçmişi yok. Geleceği yok. Ona kedileri Minnoş'un resmini gösterdim. "Hatırladın mı? " dedim. Yüzü aydınlandı. Gülümsedi. "Minnoş, Sinop'ta kaybolmuştu değil mi?" dedi. Hüzünlendi bir an.

          Her sene Sinop'a tatile giderken Minnoş'u da götürürlerdi büyük zorluklarla. Onunla son gidişlerinde Minnoş hasta ve yaşlıydı. Sokağa kaçıp kayboldu. Sanki ölümünü onlara göstermek istemedi. Babam günlerce aramıştı onu, ama bulamamıştı.

          Yardımcıları işten ayrılmış.Ben oradayken yeni yardımcıları geldi. Özbek. İsmi Zamira. Otuz beş yaşlarında. Ana okulu öğretmeniymiş. Sekiz yaşında bir oğlu var. Bütün hayali kendine ait bir eve sahip olabilmek. Para biriktiriyor. Beş senedir çalışıyormuş Türkiye'de. İki üç sene daha çalışması gerekiyormuş. Ona bir tane milli piyango bileti aldım. Çok sevindi."Büyük ikramiye çıkarsa ne yaparsın?"dedim. "Hemen ilk uçağa atlar, memleketime giderim " dedi. Dün sabah gazeteyi ve biletini getirmiş."Hadi biletime bakalım." diye. Hiçbir şey çıkmamış. Gözlerindeki hayal kırıklığını gördüm. O bileti hiç almasa mıydım yoksa?

     

11 Kasım 2010 Perşembe

Annee Geliyorum...



              Bayramda  Ankara'ya gidiyorum. Annem ve babam pek yalnız geldi gözüme. Bayramı yalnız geçirmelerine içim elvermedi. Pazartesi Ankara'dayım. Cumartesi dönüyorum.

               Kızgül oğul ve konca burdalar. Bu bayramı ayrı geçireceğiz. Ne yapalım onlar da gelselerdi. Valla ben gidiyorum annemin güzel yemeklerini tatmaya. İsteyen gelsin.

8 Kasım 2010 Pazartesi




              Bu aralar erkenden uykum geliyor.Nedense gece yatmaya hazırlanırken sabah kalkarkenden daha çok mutluluk yayılıyor içime. Epeydir egzersize ara verdim. Ondan mı acaba?

              Bu sabah düzenli bir eve kalktım. Ne güzel herşeyin yerinde olması. Konca çayı demlemişti.Tam keyifle kahvaltımı yaparken "Facebook a resimleri yükleyemiyorum yetiiiş!"diye bana seslendi. Pek sinirlenmiş.

              Neyse ben yükledim kahvaltımı yarım bırakıp. Bizimkinin keyfi yerine geldi ama... Yeni aynamızı monte ederken kurşunkalem  bulamadı. Derken üst kata yeni taşınanların köpeği durmaksızın havlamaya başlamaz mı? Yine sinirlendi. Eeee! Bu durum da ben de gerildim tabi.

             Ben en iyisi plates yapayım dedim.Patlattım bir plates rahatladım valla... Yok bundan sonra düzenli yapacağım. Babamın hastalığı tadilat derken bir aydır yapmıyorum. Hemen bir kilo almışım. Yemekte pişiremedim. Gelsin pideler,lahmacunlar. Tamam artık. Düzenli yemek düzenli egzersiz. Budur...

3 Kasım 2010 Çarşamba

Boya Kokuları

       


                 Ortalık toz ve boya kokusu. Dışarı çıkmak için giyinmek,makyaj yapmak ne kadar zor. Ustalarla köşe kapmaca oynuyoruz. Nereyi boş bulursam oraya yerleşiyorum çayımı kitabımı alıp.

                  Evde herkes bıktı. Kızgül söylenip duruyor ne zaman bitecek diye. Haklı. İşe gidecek, giyinecek, duş alacak.

                  Konca dersen biraz küsmüş bana gibi. Sabah " günaydın " dedim. Baktım biraz tatsız. Dün onu ustalarla bıraktım ben gezmeye gittim. Akşam da alt kata kuzene indim. Melahat abla gelmiş. Yalnız kaldı ya bozulmuş biraz. Komiklik yapayım gönlünü alayım dedim. Iıh! Yüz vermedi...

                  Akşam kuzen çok güzel yemekler yapmıştı. Bir de şarap açtı. Kızkıza oturduk. Dedikodu yaptık.

     

31 Ekim 2010 Pazar

Karabiber,Kuzen,Ben.

 



                Avcumdakiler karabiber. Birkaç gün önce alışverişten dönerken gördüm ve tanıdım karabiber ağacını. Her zaman önünden geçiyordum ama dikkat etmemişim demek ki. Tanelerinden kopardım, ağzıma attım, çıtlattım. Ağzıma karabiber kokusu yayıldı.

               Öğleden sonra kuzenle teyzeme gittik. Teyzem buzluktan ev mantısı çıkardı. Pişirip yedik. Sonra bizi uyku bastırdı. Kanepelere kıvrılıp yattık. Kıyamam, eniştem üstümüze battaniye örtmüş.

               Çayımızı da içtik. Dönüşte biraz erken indik dolmuştan. Hem yürüdük hem konuştuk. Bir kafede çay içtik. Güneş yoktu artık. Üşüdük.

               Artık kuzenle aynı apartmanda oturuyoruz. Birlikte gittiğimiz bir yerden dönüş çok zevkli oluyor. Eski günlerdeki gibi mutlu döndük evlerimize.

29 Ekim 2010 Cuma



       Benim naciz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır.fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payıdar kalacaktır.

                                                                                                                         ATATÜRK
      

27 Ekim 2010 Çarşamba

Oh Beee!




               Su tesisatı değişti. Taşlarımız yenilendi. Mutfak dolaplarımız boyandı. Çok şükür mutfağıma ve banyoma kavuştum.

               Çamaşır yıkamak, duş alabilmek, bulaşık makinasını çalıştırabilmek, sakin sakin yemek pişirebilmek ne mutlulukmuş meğer. Yaşayıp giderken bir çok şeyin değerini bilmemek ne kötü... İlle ara ara kaybetmek lazım bazı şeyleri.

                Daha işlerimiz çok. Biraz ara verdik. Yakında konca badanaya başlayacak inşallah. Bitince parkeler cilalanacak. Koltukların yüzleri değişecek.

            



             Evde herkese kargo gelir bir bana gelmezdi. Dün kargo benim için geldi. Yukarıdaki kitap bana Kara Kitap dan armağan. Çok mutlu oldum. Teşekkürler...

23 Ekim 2010 Cumartesi

Göçebe Hayatına Devam





                 Taşların yapımı devam etmekte. Buzdolabı ocak, fırın, tüp hepsi salonda. Hayalimde temiz bir banyo var, sıcak çorba var. Kuru şeyler yemekten bıktım. Çok zor böyle yaşamak. Neyse pazartesiye bitecek inşallah.







               Bu arada Konca yeni motor aldı. Perşembe akşamı binip Sultanahmet'e toplantıya gittik. Bu motorun arkası çok rahat. Dönüşte yağmura tutulduk. Çok üşüdüm. Islandım.Kendi kendime "Neyine gerek kadın bu yaşta motora binmek" diye söylendim. Ama  eve gelince unuttum hepsini. Aklımda Boğaz Köprüsünden geçerken hissettiğim muhteşem özgürlük kaldı.



  


Bunu da Kızgül'ün öğrencileri çizip vermiş. Yerim ben onları da Kızgülümüde.

                                                                                                                                                                                                                                

17 Ekim 2010 Pazar

Kadıköyde Tek Başına




                    Kışı andıran sonbahardan bıkmıştım. Bugün sonbahar gibi bir sonbahar havası vardı. Konca  motor gezisine katıldı. Kızgül hafta sonu yoğun çalışıyor dersanede. Kadıköy'e yollanayım dedim. Hem kitap bakarım biraz da yürürüm diye düşündüm. Yukarıdaki kitapları aldım.



     Sonra balona gözüm takıldı . Nazlı nazlı yükseliyordu gökyüzüne. Birgün ben de binsem mi acaba diye geçirdim içimden. Sonra ya ipi koparsa diye düşündüm. Balon uzayda kaybolursa ben de kaybolursam? Vazgeçtim. Ben en iyisi Kadıköy sokaklarında kaybolayım.




             Yürüdüm. Sonbaharın hüzünlü kokusunu içime çektim. Sonbahar bitmeden adaya ve Beyoğlu'na gitme kararı aldım.


http://fizy.com/#q/nazan+öncel+beyoğlu

15 Ekim 2010 Cuma

Ev Ayakta




                  Tamirat, tadilat işleri başladı. Girişteki ve mutfaktaki kırık taşlardan kurtulacağım. Mutfağa doğal gaz gelecek. Bunlar yavaş yavaş olurken Konca da  mutfak dolaplarını boyamaya girişti sağolsun.


               



                 Ben dolapları boşalttım hemen. Böyle her şey ortada şimdilik. Aradıklarımı zor buluyorum.








             Kapaklar beyaza boyanıyor. Değişiklik olsun dedik. Biz eşyalarımızı eskimedikçe kolay kolay değiştirmeyiz. Mesela yatak odamızı evlendiğimizden beri kullanıyoruz. Salonda da bir büfemiz var. 30 sene önce çok isteyerek almıştık. Boyayıp cilalayıp kullanıyoruz hala.

            Taşlar ve doğal gaz bitince salonu ve antreyi badana yapacak Konca. Böylece sezonu kapatacağız artık. Aşağı yukarı bir ay ayaktayız.

            Olsun. Sonunda her taraf temizlenip oturunca güzel olacak.

12 Ekim 2010 Salı

Karşı Pencere

         





                  Balkondan bakarken gözüm ilişti çiçeklere. Karşı apartmanda tam karşımdaki dairenin penceresindeydiler. İki sardunya ortalarında da bir begonya. Gülümsettiler beni. Yeni taşınmış olmalılar. Yıllardır koca apartmanda tek bir çiçek göremedim çünkü.

                 Balkonlardan, pencerelerden çiçek sarkan evlere gülümsemeden geçemem. İçindeki insanları düşünürüm. Onlar iyi insanlardır hep bence. Bir canlı büyüten nasıl kötü olabilir ki.

                Bir de balkonları sadece bir şey silkelemek ve çamaşır asmak için kullananlar var. Bunlar asık suratla çıkarlar balkona. Çabuk çabuk işlerini yaparlar. Gözleri görmez ne gökyüzünü ne ağaçları. Dalgın içeriye girerler.